Birbirlerinden koparılan Uygur ailelerinin kabusu son bulmalı!


İMZACI OLUN

T.C. Dışişleri Bakanlığı

Sayın Mevlüt Çavuşoğlu,

Size, Çin’in kuzeybatısındaki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde (Sincan) yaşayan etnik topluluklara yönelik benzeri görülmemiş baskılar sonucunda çocuklarından ayrılan ve mevcut durumda yurt dışında bulunan Uygur ebeveynler hakkındaki ciddi kaygılarımızı ifade etmek üzere yazıyorum.

2017’den bu yana, tahmini 1 milyon veya daha yüksek sayıda kişi, Sincan’da “eğitim yoluyla dönüştürme” veya “mesleki eğitim” merkezleri adı verilen kamplarda keyfi şekilde gözaltında tutulmakta ve siyasi telkin ve zorla kültürel asimilasyon dahil çeşitli biçimlerde işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmaktadır. Zulüm niteliği taşıyan bu toplu gözaltılar ve sistematik baskılar hem Uygur ebeveynlerin çocuklarının bakımını üstlenmek için Çin’e geri dönmesini engellemekte hem de çocuklarının yanlarına gelmek üzere Çin’den ayrılmasını neredeyse imkansız kılmaktadır.

Uluslararası Af Örgütü, yakın zamanda, çocuklarından ayrılan ve Türkiye ile diğer dört ülkede ikamet eden altı ebeveynle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdi. Uluslararası Af Örgütü, bu kişilerin tanıklıklarına dayanarak, Çin’de mahsur kalan çocuklarına kavuşmak isteyen Uygur ailelerin deneyimlerine dikkat çeken Kayıp Çocuklar: Birbirlerinden Koparılan Uygur Ailelerin Kabusu başlıklı bir rapor yayımladı. Çin yetkilileri, çocukların tercih ettikleri takdirde yurt dışında yaşayan ebeveynleri ve kardeşleriyle bir an önce bir araya gelebilmeleri için Çin’den ayrılmasına izin vermelidir.

Size,

  • Çin’deki zulümden korunmak için sığınma talep eden tüm Uygurların, Kazakların ve diğer grupların adil ve etkili bir sığınma sürecine, hukuki danışmanlığa, maruz bırakılmış olabilecekleri veya geri döndükleri takdirde karşı karşıya kalabilecekleri insan hakları ihlallerine yönelik kapsamlı bir incelemeye ve her türlü sınır dışı emrine itiraz etme imkanına hızlı bir biçimde erişebilmelerini sağlamaya;
  • Türkiye’de yaşayan tüm Uygurlar, Kazaklar ve diğer Çinli etnik gruplara mensup kişilerin, göçmenlik statüleri her ne olursa olsun, çocuklarının nerede olduğunu öğrenebilmeleri ve onlarla iletişim kurabilmeleri için konsolosluk ve diğer uygun destek mekanizmalarına erişimlerini, şu an içinde bulundukları özel koşullar göz önünde bulundurularak sağlamak için elinizden geleni yapmaya;
  • Aile birleşimi konusunda, başta Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde tanımlanan yükümlülükler olmak üzere bu durumda geçerli olan insan hakları yükümlülüklerine gerekli özeni gösterecek şekilde çocukların veya ebeveynlerinin aile birleşimi amacıyla ülkenize girme başvurularını olumlu, insancıl ve hızlı bir biçimde değerlendirerek karar almaya çağırıyorum.

Saygılarımla,


Çin hükümeti Sincan’daki insafsız politikalarına son vermeli ve birbirlerinden koparılan Uygur ailelerin kabusu son bulmalı. Uygur ailelerin çocuklarına kavuşabilmeleri için imzacı olun!

Yaklaşık dört yıl önce, yurtdışında okuyan veya geçimini sağlayan Uygur aileleri tekrar eden bir kabusu yaşamaya başladı. Birçoğu, çocuklarını Çin’in kuzeybatısında yer alan Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki (Sincan) aile üyelerine bırakmıştı. Çin’in, Sincan’daki etnik nüfusa, binlerce ailenin hayatları üzerinde korkunç bir etkisi olacak, eşi benzeri görüşmemiş bir baskı başlatmak üzere olduğunu henüz bilmiyorlardı.

UYGUR AİLELER BM RAPORU ÖNCESİNDE KONUŞTU

BASIN AÇIKLAMASINI OKU (TR)

On yıllardır birçok Uygur, Sincan’da sistematik olarak etnik ve dini ayrımcılığa maruz kaldı. İlan edilen “Teröre Karşı Halk Savaşı” ve “Ayrılıkçılık” ile mücadele kapsamında, 2014’ten bu yana Sincan yoğun bir polis varlığına ve gözetimine tanık oldu. Gözetim ve toplumsal denetim önlemleri 2016’da hızla yayılmaya başladı. 2017’de bölgedeki Uygurlar, Kazaklar ve çoğunluğu Müslüman diğer azınlıklar için işler daha da kötü bir hal almaya başladı.

O zamandan beri, yaklaşık 1 milyon veya daha fazla insan, siyasi telkin ve zorunlu kültürel asimilasyon da dahil olmak üzere çeşitli işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları, Sincan’daki “eğitim yoluyla dönüştürme” veya “mesleki eğitim” merkezlerinde keyfi olarak gözaltına alındı. Bu kitlesel gözaltı uygulaması ve sistematik baskı, hem Uygur ailelerin çocuklarına bakabilmeleri için Çin’e dönmelerini engelledi hem de yurtdışında bir araya gelmek üzere çocuklarının Çin’den ayrılmasını neredeyse imkansız hale getirdi.

Birçok anne-baba baskının geçici olacağını ve kısa zamanda çocuklarının yanına dönebileceklerini düşündü. Fakat akrabaları ve arkadaşları, Çin’e döndüklerinde çok büyük bir ihtimalle gözaltı kamplarına kapatılacakları konusunda onları uyardılar. Kampların varlığı ve Müslüman azınlıklardan insanların keyfi olarak tutuklanma ihtimali artık inkar edilemez bir halde. İlk başlarda çocuklarla bir miktar temas mümkün olsa da çocuklara bakan akrabaların gözaltı kamplarına götürülmesinden veya hapse atılmasından sonra bu da sona erdi. Ailelerin yurtdışındaki geçici ikametleri yavaş yavaş sürgüne dönüşüyordu.

Uluslararası Af Örgütü, kısa süre önce, Avustralya, Kanada, İtalya, Hollanda ve Türkiye’de ikamet eden ve çocuklarından ayrılmış altı ebeveynle kapsamlı görüşmeler gerçekleştirdi. Anlattıkları, Çin’de mahsur kalan çocuklarıyla yeniden bir araya gelmek isteyen Uygur ailelerin deneyimlerinin sadece küçük bir kısmını ifade ediyor.

Çocuklar nerede?

Denizaşırı ülkelerdeki Uygurlar için aile üyelerinin nerede olduğunu öğrenmek çoğu zaman son derece zor olsa da bazı aileler akrabalarından ve arkadaşlarından çocuklarının devlet tarafından işletilen “yetim kamplarına” veya yatılı okullara götürüldüğüne dair şifreli kelimeler, fotoğraflar ve videolar aracılığıyla bazı bilgiler edinebiliyor.

Vaka 1: İtalya
Neredeyse yeniden birlikte: Tehlikeli bir yolculukta dört genç

Aslen Kaşgarlı olan Mihriban Kader ve eşi Ablikim Memtinin, polis tarafından defalarca taciz edilip pasaportlarını karakola teslim etmeleri söylendikten sonra 2016 yılında İtalya’ya sürgün gitmek zorunda kaldılar. 

Onlar ayrıldıktan kısa bir süre sonra polis, 4 çocuklarına bakan Mihriban’ın ailesini de taciz etmeye başladı. Sonunda anneanne kampa alındı ve dede birkaç gün sorguya çekildikten sonra aylarca hastanede kaldı.

Bu olaylar sonucunda çocuklara bakacak kimse kalmadı. Mihriban, Uluslararası Af Örgütü’ne, “Diğer akrabalarımız, aileme olanlardan sonra çocuklarıma bakmaya cesaret edemediler” dedi. “Kamplara gönderilmekten korkuyorlardı.”

“Diğer akrabalarımız, aileme olanlardan sonra çocuklarıma bakmaya cesaret edemediler.Kamplara gönderilmekten korkuyorlardı.”

Mihriban Kader

Mihriban ve Ablikim’in İtalyan hükümetinden çocuklarını getirmeleri için izin aldığı Kasım 2019’da ailenin yeniden bir araya gelebilmesi için bir umut doğdu. Ancak bunun için, 12, 14, 15 ve 16 yaşlarındaki dört çocuğun Haziran 2020’de İtalyan vizesine başvurmak için, kendi başlarına, Çin’in Pakistan sınırına yakın bölgesindeki Kaşgar’dan, doğu kıyı kenti Şanghay’a, 5 bin kilometrelik zorlu bir yola çıkmaları gerekiyordu. 

Yolda birçok büyük tehlike ve zorlukla karşılaştılar. Yönetmelikler çocukların tren veya uçak bileti satın almasını ve Çin’de kendi başlarına seyahat etmesini yasaklıyor. Ayrımcı politikalar ve yerel yönetim kararları nedeniyle oteller genellikle müsait oda olmadığını iddia ederek Uygurları misafir etmeyi kabul etmiyor. Tüm zorluklara rağmen çocuklar sabredip Şanghay’a gelmeyi başardılar.

Çocuklar nihayet ellerinde geçerli pasaportlarıyla İtalyan konsolosluğunun kapılarına ulaştıklarında, sanki aileleri kapının hemen arkasında duruyormuş ve birazdan birbirlerine sarılacaklarmış gibi hissettiler. 

Konsolosluğa girmelerine izin verilmeyince heyecanları hızla umutsuzluğa dönüştü. Aile birleşimi vizelerinin yalnızca Pekin’deki İtalyan büyükelçiliğinde verilebileceği söylendi, ancak Haziran 2020’de Pekin’deki katı karantina koşulları nedeniyle seyahat edilemiyordu. Kalpleri paramparça olan çocuklar, birinin çıkıp onlara yardım edeceğini umarak konsolosluğun dışında beklediler. Fakat bunun yerine bir gardiyan geldi ve eğer gitmezlerse polisi aramakla tehdit etti.

Umutsuzluğa teslim olmak istemeyen çocuklar, İtalyan vizesine başvurmak için çeşitli seyahat acentelerinden yardım istediler. Ebeveynlerin aktardığına göre, dört çocuk 24 Haziran’da Şanghay’daki otel odalarından polis tarafından alınarak Kaşgar’daki bir yetimhaneye ve yatılı okula götürülmek üzere yola çıkarıldılar. Bu kadar yaklaşmışken, konsolosluktaki olaylar başka türlü seyretmiş olsaydı, çocuklar şimdi Çin yetimhane sisteminde sürünmek yerine anne babalarına yaptıkları cesur yolculuğu anlatıyor olabilirlerdi. Mihriban ve Ablikim, çocuklarını sonsuza kadar kaybetmiş olabileceklerinden korkuyor.

2016 yılının sonlarında Çin yetkilileri sistematik olarak Sincan’daki insanların pasaportlarına el koymaya başladı. Pasaportlarını karakola teslim etme emri verilen birçok aile, ülkeyi hala vakit varken terk etmeye ve henüz pasaportu olmayan çocuklar için daha sonra geri dönmeye karar verdi. Yurtdışındaki Çin büyükelçiliklerinden veya konsolosluklarından bilgi almak isteyen ailelere, keyfi gözaltı ve diğer hukuka aykırı cezalara maruz kalabilecekleri Sincan’a geri dönmelerini söylemek dışında hiçbir bilgi verilmedi. 2016 yılının sonlarında Çin yetkilileri sistematik olarak Sincan’daki insanların pasaportlarına el koymaya başladı. Pasaportlarını karakola teslim etme emri verilen birçok aile, ülkeyi hala vakit varken terk etmeye ve henüz pasaportu olmayan çocuklar için daha sonra geri dönmeye karar verdi. Yurtdışındaki Çin büyükelçiliklerinden veya konsolosluklarından bilgi almak isteyen ailelere, keyfi gözaltı ve diğer hukuka aykırı cezalara maruz kalabilecekleri Sincan’a geri dönmelerini söylemek dışında hiçbir bilgi verilmedi.

Vaka 2: Türkiye
Kızlarımdan ayrı: 1594 gün ve hala devam ediyor

Ömer Faruh’un İstanbul’da bir kitabevi var. Kasım 2016’da eşi Meryem Faruh, onu bir gece arayıp polisin pasaportlarını teslim etmelerini emrettiğini söylediği sırada Ömer, Suudi Arabistan’daydı. Endişelenen Ömer, Meryem’e pasaportlarını polise teslim etmemesini söyledi. Hemen ardından kendisi ve pasaportu olan iki büyük kızı için uçak bileti aldı. Altı ve beş yaşlarındaki diğer iki kızı henüz seyahat belgelerini almamıştı. Sincan’da gerçekleşen büyük ölçekli, pasaportlara el koyma operasyonlarını dikkate alan Meryem ve Ömer, iki küçük kızlarını, Meryem’in ailesinin Sincan’ın merkezinde bulunan Korla’daki evine bırakmak dışında bir çareleri olmadığına karar verdiler.

Ömer kısa bir süre sonra kendi ailesinden haber alamamaya başladı. Ekim 2017’de, bir arkadaşından Meryem’in ailesinin gözaltı kampına götürüldüğünü öğrendi.

Ömer, Uluslararası Af Örgütü’ne, sesi titreyerek “Ailesi paramparça olmuş binlerce Uygur’dan biriyim… Son 1594 gündür kızlarımızın sesini duymadık” diye anlatıyor. “Karım ve ben sadece geceleri ağlıyoruz. Burada bizimle birlikte olan diğer çocuklarımızdan üzüntümüzü gizlemeye çalışıyoruz.”

“Kızlarımız için her şeyi feda etmeye hazırım, kızlarımın özgür bırakılacağını bilsem hayatımı bile feda ederim.”

Ömer Faruh

Ömer ve bütün çocukları dahil olmak üzere ailesi, Haziran 2020’de Türkiye vatandaşlığı aldı. O zamandan beri en küçük iki kızını Çin’den çıkarabilmek için Türkiye’deki yetkililerden yardım almaya çalışıyor. Pekin’deki Türkiye Büyükelçiliği Ömer’e ilgili prosedürleri Ağustos 2020’de başlattığını ve Çin hükümetine Ekim 2020’de diplomatik nota verdiğini bildirmesine rağmen, şimdiye kadar kızlarını Türkiye’ye getiremediler.

Ömer, “İnsanlığa söyleyeceğim bir şey var. Lütfen kendinizi bizim yerimize koymaya çalışın, neler yaşadığımızı hayal edin ve bizim için ses çıkarın” diyor.

Bazı aileler çocuklarının küçükken büyükanne veya büyükbabalarıyla biraz zaman geçirmesini istiyordu. Çocuk bekleyenler, özellikle kadınlara uygulanan ve kişisel üreme tercihlerini yapmak gibi temel haklarından mahrum bırakan kısıtlayıcı doğum kontrol politikası altındaki sert cezalardan kaçınmak için geçici olarak Çin dışına taşınmayı tercih etti.

Vaka 3: Hollanda
Bana oğlumun hayatta, güvende ve iyi olduğunu söyleyin

Rizvangül 2014’te Dubai’de satış görevlisi olarak çalışıyordu. O sırada 3 yaşındaki oğlu, altı aylığına kuzeni Muhammed ile birlikte onu ziyarete geldi. Rizvangül, birlikte yaşamak için oğlunu kalıcı olarak yanına getirmeyi planlıyordu, ancak ailesi okul çağına gelene kadar Çin’de kalmasını önerdi. Böylece Rizvangül kariyerine odaklanabilirdi. O zamana kadar Dubai’ye rahat bir şekilde yerleşeceğini ve oğlunu okula kaydedebilmek için hazırlık yapabileceğini düşünerek kabul etti.

“Tatil için memleketim Sincan’a her gittiğimde, oğlumla bir ay geçirirdim. O zamanlar inanılmaz mutluydum” diyor Rizvangül Uluslararası Af Örgütü’ne. “Dubai’ye beni ziyarete geldiği zamanlar, hayatımın en güzel zamanlarıydı.”

Rizvangül

Rizvangül’ün kuzeni Muhammed, bir iş için Dubai’de kaldı. Mart 2017’de annesi hastalanınca Sincan’a döndü. Sadece iki ay sonra, Rizvangül daha önce planladıkları bir ziyaret için eve dönmeye hazırlanırken, kız kardeşi ve arkadaşları ona Çin’e geri dönmesinin güvenli olmayacağını söyledi.

Durumun daha da umutsuz bir hale geleceğiyle ilgili hiçbir fikri yoktu.

Rizvangül kız kardeşine Muhammed’i sorduğunda, Sincan’a döndükten bir hafta sonra “eğitim görmek” için “okula” gittiğini öğrendi. Rizvangül bunun, Muhammed’in “yeniden eğitim” kampına götürüldüğü anlamına geldiğini anladı.

Daha sonra, Eylül ayında, oğluyla ilgilenen kız kardeşi, güvenlik kaygıları nedeniyle onları bir daha aramamasını söylediğinde Rizvangül’ün dünyası karardı. Rizvangül, o zamandan beri oğlu, kız kardeşi veya Sincan’daki arkadaşları ile iletişime geçemedi.

Yanaklarından yaşlar süzülerek konuşan Rizvangül, Uluslararası Af Örgütü’ne “Başkalarının benim ne hissettiğimi anlamaları gerçekten zor” dedi. “Hayatıma devam etmemi sağlayan tek şey, onun hayatta, güvende ve iyi olduğunu bilmek istemem.”

Rizvangül konuşmasına, “Eğer şimdi onunla konuşabilsem, ona ‘beni affet, seni dünyaya ben getirdim, ama sana bakamadım; sana annelik edemedim’ derdim.” diye devam etti.

“Ailenizi arayamayacağınızı hayal edin. Çocuklarınızın, ailenizin veya akrabalarınızın hayatta olup olmadığını yıllarca öğrenemiyorsunuz. Düşünün, sadece siz değil, milyonlarca (Uygur) insan ailelerinden koparılıyor. Bunun başımıza geleceğini hiç düşünmemiştik ama oldu. Lütfen bize yardım edin.”

Ailelerinden koparılmış, Çin dışında ikamet eden veya gözaltı kamplarında ve hapishanelerde tutuklu kalan çocukların sayısıyla ilgili tahminde bulunmak çok zor. Sincan’daki insan hakları ihlallerini kapsamlı olarak belgelemek, kamuya açık verilerin eksik ve bölgeye erişimin kısıtlı olması nedeniyle hala son derece zor.

Vaka 4: Kanada
Dönmek ya da dönmemek?

Aslen Kaşgarlı olan Dilnur, Kanada’da İngilizce okuyor ve 11 yaşındaki kızı ile birlikte yaşıyor. Evini defalarca arayan ve başörtüsünü çıkarması emri veren polisler tarafından sık sık ağır tacize uğradığı için 2016 yılında kızıyla birlikte Çin’den Türkiye’ye gitti.

 Dilnur’un 11 yaşındaki kızı ve 9 yaşındaki diğer kızının pasaport alması yaklaşık bir yıl sürdü ve polis, 7 yaşındaki oğlu için gerçekleştirdiği pasaport başvurusunu reddetti. Dilnur bunun nedenini sorduğunda, oğluna pasaport verirlerse Çin’e geri dönmeyeceğini düşündükleri için vermedikleri cevabını aldı. Küçük kızının alerjisi yurtdışına seyahat etmesine engel olduğu için Dilnur, onu ve oğlunu ailesinin yanında bıraktı. Dilnur Çin’den ayrıldıktan birkaç ay sonra ailesinden polisin kızının pasaportuna el koyduğunu öğrendi.

Dilnur 2017’nin başlarında hayatının en büyük ikilemlerinden biriyle karşı karşıya kaldı. Kız kardeşi onu aradı ve “Geri dönmelisin,” dedi. Çocuklarına bakan babaları, her hafta uzun süren sorgulara çağrılıyordu. Dilnur nedenini sorduğunda kız kardeşi şu cevabı verdi: “Çünkü devlet geri dönmeni istiyor. Ailemizin güvenliği sana bağlı. Hemen geri dönmezsen tüm ailemiz, hatta diğer akrabalarımız cezalandırılacak ve kamplara götürülecek.”

Bu sözleri duyduğu birkaç dakika içinde Dilnur’un dünyası paramparça oldu. Sevdiklerinin güvenliğinin tamamen onun Çin’e dönüp dönmeme kararına bağlı olduğu düşüncesi, onu tek kelimeyle çaresiz hissettirdi, çünkü Çin’e geri dönerse çocuklarından ayrılıp kampa götürüleceğini biliyordu.

Dilnur, ne yapacağına karar vermeye çalıştığı bir hafta boyunca hiç uyuyamadı. Daha sonra bir akrabaları aracılığıyla babasından eğitimini bitirmeye odaklanması gerektiğini söyleyen bir mesaj aldı. Kısa bir süre sonra ise babasından başka bir mesaj daha geldi: “Dilnur bir daha asla geri dönmemeli.”

Dilnur, babasının geri dönerse başına ne geleceğini bildiğine ve onu olası zararlardan korumaya karar verdiğine inanıyordu. Ailesi ve akrabalarının yalnızca Uygur oldukları için taciz edildiğine ve geri dönse bile serbest kalmalarına izin vermeyeceklerini düşünüyordu.

Dilnur, Nisan 2017’den beri hiçbir aile üyesine ulaşamıyor. Sincan’daki iki çocuğuna ne olduğuna dair hiçbir fikri yok. Olası her yolu denedi ama sonuç değişmedi. “Çocuklarımı kurtarmak için çok uğraştım ama başarısız oldum. Bir keresinde, bir hafta boyunca çocuklarımın arkamdan ağladığı bir kâbus görmüştüm. Öğretmenleri: ‘Anneniz sizi terk etti’ diyordu.” Bu düşüncelerden dolayı dehşete düşen Dilnur, uyumaktan bile korkmaya başladı.

Dilnur kendisine kalıcı oturma izni verildiğinde çocuklarını buraya getirmek için Kanada hükümetinden yardım istemeyi planlıyor. Türkiye’de yaşadığı zamanlar, yardım istemek için Türkiye’deki Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı’na birkaç mektup yazmıştı. Bu mektuplara hala yanıt alamadı. Uluslararası Af Örgütü ile konuşması sırasında, dünyayı harekete geçmeye çağırdı ve “Çocuklarıma ve aileme ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok. Bu nasıl olabilir? Lütfen, bundan kurtulmamıza yardım etmek için elinizden ne geliyorsa yapın. Herkesin elini vicdanına koymasını, bizim için ses çıkarmasını, yanımızda olmalarını ve çocuklarımızın başına bu trajedinin gelmeye devam etmesine izin vermemelerini istiyorum.”

Denizaşırı ülkelerde yaşayan Uygurlar, Çin’deki akrabalarının olumsuz etkilenmesinden korktukları için, kendilerine ve akrabalarına yönelik insan hakları ihlalleri ile ilgili halka açık bir şekilde konuşmaktan çekiniyorlar. Buna rağmen, bu altı anne-baba çocuklarıyla kısa süre içinde yeniden bir araya gelmelerine yardımcı olacağı umuduyla hikayelerini halka açık bir şekilde paylaşmaya karar verdi.

Vaka 5: Avustralya
“Yetkililer evde”

Kaşgar’da doğup büyüyen Mamutcan, şu anda Avustralya’da yaşıyor. Eşi Muherrem ve kızları2012’de Mamuccan’ın yanına geldiğinde Malezya’da sosyal bilimler doktorası yapıyordu. Bunun için 2 yıl boyunca Muharrem’in pasaportunun çıkmasını beklemişlerdi.

Mamutcan hep birlikte oldukları o zamanları hala keyifle hatırlıyor: “Muherrem ve kızımız Kuara Lumpur’a geldiklerinde çok heyecanlıydım. Hayatımın en mutlu ve en unutulmaz anlarıydı.”

Bu mutlu zamanlar neredeyse üç yıl sürdü ve Kuala Lumpur’daki Çin Büyükelçiliği’nin 2015’in sonlarında Muherrem’in pasaportunu kaybettikten sonra yeniden basmayı reddetmesiyle sona erdi. Daha sonra, o zamanlar beş yaşında olan kızları ve altı aylık oğulları ile pasaportunu yenilemek için Çin’e geri dönmek zorunda kaldı. O zamanlar bunun rutin bir prosedür olacağını düşünüyorlardı. Çin’in 2017’de Uygurlara büyük çaplı bir baskı ortamı yaratacağına ve yıllarca sürecek acı dolu bir ayrılığın başlamak üzere olduğuna dair hiçbir fikirleri yoktu.

Muherrem ve iki çocuk Kaşgar’da mahsur kaldı. Mamutcan, Muherrem’in Nisan 2017’de gözaltı kampına götürülmesinden önceki güne kadar onlarla düzenli temas halindeydi. Muherrem götürüldüğünde çocuklar büyükanne ve büyükbabalarına bırakıldı. Kısa bir süre sonra Mamutcan’ın ailesi ondan, onlarla bir daha iletişim kurmamasını istedi. Arkadaşlarının ve akrabalarının birçoğu mesajlaşma uygulamalarında Mamutcan’ı arkadaşlıktan çıkardı.

Mamutcan iki yıl boyunca eşinin nerede olduğuna dair çok az şey öğrenebildi. Ne kendi ailesiyle ne de eşinin ailesiyle iletişime geçebildi. Mayıs 2019’da Mamutcan bir akrabasının sosyal medya hesabında oğlunun heyecanla bağırdığı bir video gördü: “Annem mezun oldu!” Bunun kamptan serbest bırakıldığı anlamına geldiğine inandığı için sonunda biraz huzur buldu. 

Mamutcan Ağustos 2019’da şansını denemek için ailesini aradı. Videonun ailesinin kötü durumunun bir şekilde iyileşmiş olabileceğinin işareti olarak düşündü.

Annesi telefonu açtığında çok heyecanlandı. “Bayramını kutlamak için aradım, son konuşmamızın üzerinden çok zaman geçti,” dedi. “Yetkililer evde” diye yanıtladı annesi telefonu kapatmadan önce, titrek bir sesle. Aramaya devam etti ama hat hep meşguldü. Mamutcan, bir daha arayamaması için ailesinin hattı kasıtlı olarak kestiğini düşünüyor. Yurtdışındaki insanlarla temas halinde olmanın göz altına alınmaya veya başka cezalara yol açabileceğinden korktukları için kendisiyle temastan kaçındıklarına inanıyor.  

Mamutcan, geçen yıl arkadaşlarından şifreli kelimelerle aldığı mesajlarla Muherrem’in hala tutuklu olduğunu öğrendi. Bir arkadaşı ona karısının “beş yaşında” olduğunu söyledi. Mamutcan bunun beş yıl hapis cezası aldığı anlamına gelebileceğini düşünüyor. Başka bir arkadaşı ise Muherrem’in “hastaneye” götürüldüğünü söyledi. Bu da Uygurların kullandığı şifreli dilde hapishane veya bir gözaltı kampı anlamına geliyor olabilir.

Mamutcan ailesi ve akrabalarıyla iletişim kuramasa da ailesiyle ilgili bilgi almak için memleketini ziyaret eden yakın arkadaşından aldığı iki videoya dayanarak oğlunun kayınvalidesinin yanında ve kızının da kendi ailesinin yanında olduğunu düşünüyor. “Bu acıların hiçbirini hak etmedik. Uygur olduğumuz ya da Çin’deki çoğunluktan farklı olduğumuz için hayatımızın dört beş yılını kaybetmiş gibiyiz,” diyor Mamutcan.

Mamutcan, Çin hükümetine Sincan’daki baskıcı politikalarına son vermesi için çağrıda bulunuyor.

“İçlerinde insanlık kaldıysa, Çin yetkilileri insanlara bu şekilde davranmaktan vazgeçmeli ve aileleriyle yeniden bir araya gelebilmelerine izin vermelidir. Herhangi bir suç işlemiş değiliz. Bu kitlesel zulmün boyutunu anlamalarını istiyorum. Bu kahredici ve acı dolu bir adaletsizliktir, bunu daha doğru tanımlayabilecek başka bir kelime yok.”

Mahmutcan

Mamutcan şu anda yaşadığı Avustralya’nın İçişleri Bakanlığı’na da ulaştı, ama kalıcı oturma izni olmadığı için yardımcı olamayacaklarını söylediler.

Vaka 6: Türkiye
Korkunç Haberlerin Ardı Arkası Kesilmiyor

Meripet Metniyaz ve eşi Turghun Memet, Meripet’in İstanbul’daki hasta babasına bakmak için Mart 2017’de Sincan’dan Türkiye’ye gitti. Meripet, Sincan’ın güneybatısında yer alan Hotan kentinde ultrason doktoru olarak çalışıyordu. Turghun ise Sincan’da emlak ve değerli taşlara yatırım yapan bir iş insanıydı. Türkiye’ye gitmek için 1 aylık vize aldılar, kısa sürede Çin’e geri döneceklerini düşünüyorlardı. Onlar yokken, 6, 6, 9 ve 11 yaşlarında olan çocukları ile Turghun’un Urumçi’deki annesi ilgilenecekti.

Meripet’in babasına bakarken, ailelerinden daha önce Türkiye’ye seyahat eden Uygurların tutuklanarak gözaltı kamplarına götürüldüğüne dair endişe verici mesajlar almaya başladılar. Dönüşlerini ertelemeye karar verdiler.

Meripet, “Sabırlı olup Urumçi’de durum düzelene kadar birkaç ay beklememiz gerektiğini düşündük. Bekledik, ama durum daha da kötüye gitti. Sadece yurt dışına seyahat edenler değil, namaz kılan veya sakalı olan kim varsa tutuklanıyordu. Memleketimizdeki hapishaneler hakkında pek çok hikâye duyduk ve geri dönmekten korktuk.”

2017’nin sonlarında Turghun, annesinin ve çocuklarının Urumçi’den, yaklaşık 1.500 kilometre uzaktaki Hotan’a taşınmaya zorlandıklarını öğrendi. Burası annesinin ikametinin resmi olarak kayıtlı olduğu yerdi. Turghun, kız kardeşi Amina’dan annelerinin Hotan’a döndükten kısa bir süre sonra kampa götürüldüğünü öğrendiğinde facia gözler önüne serilmiş oldu. Hotan’a döndükten sonraki beş gün içinde çocukları fiili olarak bir yetimhane olan Aixin Anaokulu’na götürüldü.

Bu haber Meripet’i çok sarstı. “Çocuklarımdan haber alamamak ruh sağlığımı bozdu.” Sık sık gecenin ortasında kabuslardan ağlayarak uyanmaya başladı. “’Çocuklar kalptir, çocuklar hayattır’ diye eski bir söz var. Kalbimi ve hayatımı kaybetmişim gibi geliyor.” Gözyaşlarına içinde devam etti: “Hayatımın anlamı çocuklarımdı. Her an iyi olup olmadıklarını, sağlıklarını ve nasıl bakıldıklarını düşünüyorum.”

“Hayatımın anlamı çocuklarımdı. Her an iyi olup olmadıklarını, sağlıklarını ve nasıl bakıldıklarını düşünüyorum.”

Meripet

Sonraki aylarda Turghun, kız kardeşinden aldığı şifreli mesajlarla çocuklarıyla ilgili bilgiler edinmeye devam etti. İlk başlarda Amina haftada bir çocukları ziyaret edebiliyordu, birkaç hafta sonra çocuklarla görüşmesine daha fazla izin verilmedi. Haziran 2018’den sonra Turghun, Amina’ya da ulaşamamaya başladı. 

Birkaç ay sonra, baldızı ona Amina’nın polis nezaretindeyken sorgu sırasında öldürüldüğünü söyledi. Turghun ve Meripet yıkıldı. Kısa süre sonra aynı baldızın 2018 sonlarında bir gözaltı kampına götürüldüğünü öğrendiler. Böylece çocuklarıyla ilgili haber alabilecekleri kimse kalmadı.

Meripet ve Turghun, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na, Cumhurbaşkanı danışmanlarına ve İstanbul’daki Çin Büyükelçiliği’ne çok sayıda mektup yazdı. Hala bir yanıt alabilmiş değiller. Meripet, “Tek dileğim, çocuğunu, ailesini, yakınlarını ve sevdiklerini kaybeden masum herkesin birbirine kavuşması,” diyor.

Çin, Sincan’da devam eden ağır insan hakları ihlallerine ve baskıcı politikalara son vermelidir. Uluslararası hukuk kapsamındaki çocuk hakları dahil olmak üzere tüm insan hakları yükümlülüklerine saygı göstermelidir. Çin, Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi (ÇHS) 1992 yılında kabul etmiştir. ÇHS’nin 9. Ve 10. Maddeleri uyarınca, Çin çocukların ailelerinden, onların onayı dışında ayrılmamasını sağlamalı ve çocuğun yüksek yararının göz önünde tutulduğunu güvence altına almalıdır (Madde 3).

BM Çocuk Hakları Komitesi’ne göre, menşe ülkede ailenin bir araya gelmesi mümkün değilse, hangi nedenle olursa olsun hem ev sahibi ülke hem de menşe ülke, kendi ülkelerini terk etme hakları da dahil olmak üzere, çocukların ve ebeveynlerin insan haklarına gerekli özeni göstererek, mümkün olduğu şekilde başka bir yerde bir araya gelmelerini kolaylaştırmalıdır.  

Ebeveynlerinden ayrılmış çocuklar, aileleriyle kişisel ilişkilerini sürdürme ve düzenli olarak doğrudan temas kurma hakkına sahiptir. Eğer devlet çocuğu bir yetimhanede veya yatılı okulda gözetim altında tutuyorsa, ebeveynlere veya diğer aile üyelerine çocuğun nerede olduğu bilgisi verilmelidir.   

İfade özgürlüğü ve özel yaşam ve aile yaşamı hakları kapsamında, çocuklar dahil tüm insanlara, sınırlardan bağımsız olarak, yurtdışındaki aile üyeleriyle düzenli olarak iletişim kurma ve bilgi alma ve verme fırsatı tanınmalıdır.

Ekim 2016’da hareket özgürlüklerini daha da kısıtlamak amacıyla Sincan’daki yetkililerin Uygur pasaportlarına el koyduğuna dair çok sayıda rapor çıkmıştı. Kişinin kendi ülkesini terk etme ve gerekli seyahat belgelerini alma hakkı da dahil olmak üzere seyahat özgürlüğü hakkı, belirgin hukuki gerekçelere dayanması, meşru bir amaca ulaşmak için gerekli olması veya ayrımcılığa uğramama hakkı da dahil olmak üzere diğer insan haklarıyla çelişmesi durumları haricinde, keyfi olarak sınırlandırılamaz.

 Uluslararası Af Örgütü’nün görüştüğü aileler, Çin konsolosluklarının pasaportlarını yenileme başvurularını reddettiklerini ve yenileyebilmeleri için Çin’e geri dönmeleri gerektiğini söylediklerini ifade etti. Bir devletin gereksiz yasal kurallara veya idari önlemlere dayanarak pasaport çıkarmayı veya pasaportun geçerliliğini uzatmayı reddetmesi, o kişinin hareket özgürlüğü hakkının ihlaline yol açabilir. 

Çin hükümeti, özellikle ailelerin bir araya gelmesi amacıyla, çocukların veya ebeveynlerinin Çin’e özgürce girip çıkmaları için yaptıkları başvuruları olumlu, insani ve hızlı bir şekilde ele alma yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Ayrıca, Çin hükümeti aileleriyle yeniden bir araya gelmeyi talep etmelerinin ne ebeveynler ne de çocuklar için hiçbir olumsuz sonuç doğurmayacağını garanti etmelidir. Ailenin zorla ayrılması ve özellikle Uygur çocuklarının yetimhanelere zorla yerleştirilmesi politikaları, ebeveynlerin inançları ve eylemlerine yönelik ayrımcılığa ve cezalandırılmaya karşı korunma hakları da dahil olmak üzere çocuk haklarını ihlal ediyor.

Ailenin bir araya gelme sürecinde Çin, Uygur aile üyelerinin birbirleriyle doğrudan ve düzenli iletişim kurma haklarına saygı göstermelidir. Uluslararası Af Örgütü, denizaşırı ülkelerle temasların Sincan’ın gözaltı kamplarında keyfi gözaltı için önemli bir neden olarak görüldüğü vakaları belgeledi. 

Buna ek olarak, Çin hükümeti, gözaltı kamplarında, hapishanelerde veya diğer devlet kurumlarında tutuklu kalanlar da dahil olmak üzere, yurtdışındaki çocukların ve ebeveynlerin diğer aile üyelerinin nerede olduğunu derhal açıklamalıdır. Bu tür bilgilerin gizlenmesi, çocukların aile yaşamı hakkına keyfi bir müdahaledir (ÇHS Madde 16).

ÇİN: BİRBİRLERİNDEN KOPARILAN UYGUR AİLELERİN KABUSU

RAPORU OKU (EN)

Tavsiyeler

Çin hükümetine tavsiyeler:

  • Eğer kendileri tercih ediyorsa, çocukların anne babaları ve yurtdışında yaşayan kardeşleriyle yeniden bir araya gelmeleri için bir an önce Çin’den ayrılabilmeleri sağlanmalıdır;
  • Uygurların ve çoğunluğu Müslüman olan diğer azınlıkların özgürce Çin’den ayrılma ve Çin’e dönme haklarını kabul edilemez bir şekilde kısıtlayan tüm önlemlere son verilmelidir;
  • Bölgede olup bitenler ile ilgili bağımsız araştırmalar yürütebilmeleri için BM insan hakları uzmanlarına, bağımsız araştırmacılara ve gazetecilere Sincan’a tam ve sınırsız erişim sağlanmalıdır;
  • Siyasi “yeniden eğitim kamplarını” kapatılmalı ve tutuklu kişiler derhal, koşulsuz ve önyargısız olarak serbest bırakılmalıdır;
  • Çin diplomatik organlarının, konsolosluk kuruluşlarının ve diğer kamu yetkililerinin, özellikle aile üyelerinin Çin’e yerleştirilmesi konusunda uygun desteğin sağlanması konusunda, tüm Çin vatandaşlarının meşru haklarını ve çıkarlarının korunması sağlanmalıdır;
  • Uluslararası insan hakları hukukuna uygun olarak özellikle gerekçelendirilmedikçe, Sincan’daki herkesin diğer ülkelerde yaşayan fertler de dahil olmak üzere aile üyeleriyle düzenli olarak iletişim kurması sağlanmalıdır;
  • Etkili adli incelemeye tabi yetkili makamlar, çocuğun yüksek yararı için son çare olarak böyle bir ayrılığın gerekli olduğuna karar vermedikçe, Uygur çocuklarını BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve diğer insan hakları kapsamındaki yükümlülüklerine uygun olarak ebeveynlerinden veya vasilerinden zorla ayırma uygulamasına son verilmelidir;
  • Çocuğun ebeveynlerinin veya vasilerinin onayı olmadan devlet tarafından işletilen kurumlarda tutulan tüm çocuklar serbest bırakılmalıdır.

Diğer hükümetlere tavsiyeler:

  • Uygurlar, Kazaklar ve diğer azınlıkların adil ve etkili bir sığınma sürecine, hukuki danışmanlığa, geri döndüklerinde karşılaşabilecekleri olası insan hakları ihlalleri veya suiistimallerin kapsamlı olarak değerlendirilmesine ve her türlü ülkeden çıkarma emrine itiraz etme imkanına erişimleri derhal sağlanmalıdır;
  • Göçmenlik statülerine bakılmaksızın, ülkelerinizde ikamet eden tüm Uygurlar, Kazaklar ve Çin’deki diğer azınlıklara, çocuklarının nerede olduklarını öğrenmeleri ve onlarla iletişim kurmalarını sağlamak için konsolosluk veya diğer uygun desteklerin sağlanması için gereken çaba gösterilmelidir. Bunu yaparken azınlıkların şu anda içinde bulundukları özel durumları dikkate alınmalıdır;
  • Çocukların veya ebeveynlerinin aile birleşimi için ülkelerine giriş yapma başvuruları ile ilgilenerek, özellikle Çocuk Haklarına Dair Sözleşme uyarınca, uygulanabilir insan hakları yükümlülüklerini dikkate alarak aile birleşimi ile ilgili olumlu, insancıl ve hızlı kararlar alınmalıdır.