Avrupa: Sistematik saldırı ve kısıtlamalar barışçıl protestoları engelliyor

Uluslararası Af Örgütü bugün yayımladığı yeni raporunda, Avrupa genelinde devletlerin protestolara haksız ve cezalandırıcı kısıtlamalar getirerek ve muhalefeti bastırmak için gitgide daha baskıcı yöntemlere başvurarak barışçıl protestocuları artan bir biçimde yaftaladığını, kriminalize ettiğini ve baskı altına aldığını, bu uygulamalar nedeniyle barışçıl toplanma hakkının şiddetli bir saldırı altında olduğunu belirtti.

Yetersiz koruma, aşırı kısıtlama: Avrupa’da 21 ülkede protesto hakkının durumu başlıklı rapor, kıta genelinde yaygın baskıcı yasalar, gereksiz veya aşırı güç kullanımı, keyfi gözaltılar ve yargılamalar, hukuki dayanağı olmayan veya ayrımcı kısıtlamalar ve müdahaleci gözetim teknolojilerinin artan kullanımına dayalı uygulamaların protesto hakkında sistematik bir gerilemeye yol açtığını ortaya koyuyor.

Yetersiz koruma, aşırı kısıtlama: Avrupa’da 21 ülkede protesto hakkının durumu başlıklı rapor, kıta genelinde yaygın baskıcı yasalar, gereksiz veya aşırı güç kullanımı, keyfi gözaltılar ve yargılamalar, hukuki dayanağı olmayan veya ayrımcı kısıtlamalar ve müdahaleci gözetim teknolojilerinin artan kullanımına dayalı uygulamaların protesto hakkında sistematik bir gerilemeye yol açtığını ortaya koyuyor.

Konu hakkında bir açıklama yayımlayan Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard, “Uluslararası Af Örgütü’nün araştırması, Avrupa genelinde protesto hakkına karşı şiddetli saldırıları gösteren oldukça kaygı verici bir tablo çizmektedir. Kıta genelinde yetkililer, barışçıl protestolara katılan insanları itibarsızlaştırıyor, engelliyor, caydırıyor ve hukuka aykırı bir biçimde cezalandırıyor” dedi. Callamard, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tarih boyunca barışçıl protestolar, bugün artık kanıksamış olduğumuz hak ve özgürlüklerin birçoğunun elde edilmesinde başat bir rol oynadı. Buna karşın, Avrupa çapında baskıcı yasalar ve politikalara eşlik eden gayri meşru uygulamalar ve kötüye kullanılan gözetim teknolojileri, barışçıl protestoculara ve protestolara karşı ciddi bir tehdit oluşturan zehirli bir ortam yarattı. Tek bir ülkede bile bu gelişmelerden biri başlı başına kaygı verici olurdu. Ancak kıta çapında böyle onlarca baskıcı taktik olması düpedüz korkutucudur.”


TÜRKİYE'YE DAİR BULGULAR

Türkiye, raporun protesto hakkının durumunu incelediği 21 ülke arasında yer alıyor. 

Raporda ele alınan ülkelerde devlet yetkilileri genellikle kamusal protestoları düzenleyenlere ön gereklilik olarak bildirim veya izin gerekliliği getirmektedir. Ancak bildirim ile izin arasındaki ayrım bazı ülkelerde sık sık belirsizleşmekte ve bildirim gerekliliği, uygulamada izin gerekliliğine dönüşebilmektedir. Türkiye, bu ülkeler arasında yer almaktadır ve bir protestonun yetkililere bildirilmemiş olması toplantının kanuna aykırı olduğu iddiasına yol açarak polise toplanmayı dağıtma yetkisi verilmesine neden olmaktadır. Bildirim gereksinimine uymamak, genellikle toplantıları yasaklama kararları için sık kullanılan bir gerekçe olarak gösterilmektedir.

Türkiye, incelenen ülkeler arasında yetkililere geniş takdir yetkisi tanıyan ve barışçıl toplanma hakkı üzerinde orantısız kısıtlamalara yol açan yasalara dayanarak toplantı yerinin belirlenmesine sık müdahale eden ülkelerden biridir. Örneğin yetkililer tarafından protestoların, düzenleyenlerin istediği yerde yapılmasını ve protestocular için özellikle sembolik önemi olan belirli yerlere erişimleri muğlak gerekçelerle   engellemektedir.

Rapor, Türkiye'de barışçıl protestoların dağıtılması için genellikle gereksiz ve orantısız güç kullanıldığına işaret etmektedir. Protestolardan sonra kolluk görevlileri, katılımcıları hukuka aykırı bir şekilde keyfi olarak  toplu halde gözaltına alabilmektedir. Ayrıca yetkililer, sivil itaatsizlik eylemlerine katılan protestocuları hedef almak için terörle  ve organize suçlarla mücadele ve ulusal güvenlik yasalarına başvurmaktadır. Ayrıca, kolluk kuvvetlerinin güç kullanımını düzenleyen yasalar geniş hükümler içermektedir. Bu durum, kolluk kuvvetlerinin protestoları denetlerken ve kolaylaştırma görevini yerine getirirken özel eğitim eksikliği nedeniyle hükmün keyfi ve ayrımcı bir şekilde kötüye kullanılmasına yol açabilmektedir.

Üst düzey kamu görevlileri, toplumsal cinsiyete dayalı zararlı kalıp yargıları, kurumsal homofobi ve transfobiyi pekiştiren ayrımcı bir dil kullanmaktadır. Yetkililer LGBTİ+’lara karşı ayrımcılık yapmakta ve barışçıl protestolara genel yasaklar uygulamaktadır. Ayrıca kolluk kuvvetleri bazı durumlarda işkence ve kötü muamele teşkil edecek şekilde gereksiz ve keyfi güç kullanmaktadır.  

Türkiye'de kolluk kuvvetlerinin görevlerini suiistimal etmesi durumunda kural olarak olarak sorumlu tutulabilmesine rağmen, kolluk görevlilerinin soruşturulabilmesi için ilgili memurun görev yaptığı ildeki en üst düzey mülki amirden izin alınması gerekmektedir. Uygulamada, savcılık genellikle bireylerin, insan hakları savunucularının ve sivil toplum kuruluşlarının yönelttiği suçlamaları kabul etmemekte veya idari makam soruşturma izni vermemektedir, bu süreçler cezasızlıkla sonuçlanmaktadır.
 


BÖLGEDE PROTESTO HAKKINA DAİR BULGULAR

Polis denetimi, cezasızlık ve gözetim  

Rapor, polis tarafından barışçıl protestoculara karşı az öldürücü silahların kullanımını da içeren aşırı ve/veya gereksiz güç kullanımının yaygın olduğunu gösteriyor. Bildirilen olaylar, protestocularda kemik veya diş kırılması (Fransa, Almanya, Yunanistan ve İtalya), el kaybı (Fransa), testis kaybı (İspanya), kemik çıkıkları, göz hasarı ve şiddetli kafa travması (İspanya) dahil ciddi ve bazı durumlarda kalıcı yaralanmalara yol açtı. Bazı ülkelerde, güç kullanımı işkence veya diğer türde kötü muamele kapsamındaydı. Belçika, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Polonya, Slovenya, Sırbistan ve İsviçre’de kolluk kuvvetleri çocuklara karşı aşırı güç kullandı.

Rapor, Almanya, Avusturya, Belçika, Birleşik Krallık, Fransa, İspanya, İsviçre, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Slovenya, Türkiye ve Yunanistan’ın da aralarında bulunduğu birçok ülkede polisin cezasız bırakıldığı veya hesap verilebilirliğin olmadığı vakalar tespit etti.

Devletler, protestocuları hedefli ve kitlesel olarak gözetlemek için yeni teknolojilerden ve çeşitli gözetim araçlarından gitgide daha fazla yararlanıyor. Etkinliklerin takip edilmesi ve izlenmesi ve verilerin toplanması, incelenmesi ve saklanması buna dahildir. Birçok devlet, yeterli güvenceler oluşturmadan yasalar aracılığıyla gözetimi genişleterek bu uygulamaları yaygın suistimallere açık hale getirdi.

Avrupa’da yüz tanıma teknolojisinin kullanımında belirgin bir artış yaşandı. Mevcut durumda, incelenen 11 ülkede kolluk kuvvetleri bu teknolojiyi kullanmakta, altı ülke de kullanıma geçmeyi planlamaktadır. Yüz tanıma teknolojisinin protestocuların kimliğini tespit etmek için kullanılması gelişigüzel kitlesel gözetim kapsamına girer ve hiçbir güvence bu durumun yarattığı hasarı önleyemez. Uluslararası Af Örgütü, yüz tanıma teknolojisinin doğrudan yasaklanması için çağrı yapmaktadır.

Protestoları şeytanlaştırmak

Rapor, yetkililer tarafından protestocuların ve protestoların meşruiyetini sarsmayı amaçlayan kaygı verici bir yaftalama eğilimi sergilendiğini saptadı. 21 ülke genelinde yetkililerin zararlı söylemleri yaygındı; protestocular hakkında ‘terörist, ‘suçlu’, ‘yabancı ajan’, ‘anarşist’ ve ’aşırılık yanlısı’ gibi birbirinden farklı tabirler kullanıldı. Bu olumsuz söylemler genellikle daha da baskıcı yasaların çıkarılmasını haklı göstermek için kullanıldı.

Barışçıl sivil itaatsizlik eylemleri artan bir biçimde kamu düzenine ve/veya ulusal güvenliğe tehdit olarak nitelendirilmekte ve bu söylem yetkililere kısıtlama getirmek ve uluslararası insan hakları yükümlülüklerinden kaçınmak için temelsiz bir bahane sunmaktadır.

Üst düzey siyasetçilerin başvurduğu şeytanlaştırıcı söylemler, Filistin’le dayanışma protestolarına yönelik müdahalede bilhassa yaygındı. Birleşik Krallık’ta protestolar, İçişleri Bakanı tarafından “nefret yürüyüşleri,” Başbakan tarafından ise “güruh hakimiyeti” olarak nitelendirildi. Slovenya’da dönemin Başbakanı 2021’de protestoculara “geldikleri yere dönsünler” dedi ve 2023’te eski devlet yetkilileri Twitter (X) takipçilerinden, ‘terörist’ olabilecekleri için protestocuların fotoğraflarını çekmelerini istedi.

Almanya, İtalya, İspanya ve Türkiye gibi diğer ülkelerde yetkililer iklim aktivistlerini ‘eko-teröristler’ veya ‘suçlular’ olarak yaftalamakla kalmadı, aynı zamanda terörle mücadele hükümleri ve organize suçla mücadele ve ulusal güvenliği koruma yasalarıyla aktivistleri hedef aldı.

Protestolara karşı mevzuat ve suç sayma

Avrupa’nın dört bir yanında devletler, barışçıl protestolara saygı gösterme, barışçıl protestoları koruma ve kolaylaştırma, protestoların önündeki engelleri kaldırma ve barışçıl toplanma hakkının kullanımına hukuki dayanağı olmayan müdahalelerden kaçınma konusundaki uluslararası yasal yükümlülüklerini hiçe saymaktadır.

Raporda incelenen 21 ülkenin tamamı barışçıl toplanma hakkını koruyan temel   insan hakları sözleşmelerini onayladığı halde birçoğu uluslararası ve bölgesel hükümleri yerel yasalarında uygulamakta başarısız kalıyor. Bu durum, baskıcı yeni yasaların çıkarılması, aşırı geniş kısıtlamalar ve külfetli yükümlülüklerle birleştiğinde, protestolar açısından gitgide daha düşmanca bir ortam yarattı.

Son yıllarda Avrupa hükümetleri protestolara karşı aşırı geniş kısıtlamalar getirdi. Uluslararası Af Örgütü’nün araştırması, yetkililer tarafından bu kısıtlamalar için sunulan gerekçelerin genellikle temelsiz olduğunu ve hükümetlerin barışçıl muhalefeti bastırmak için sıklıkla “ulusal güvenliği” ve “kamu düzenini” bahane ettiğini göstermektedir.

Son aylarda bölge çapında Filistin’le dayanışma protestolarını yasaklamak veya sert bir biçimde kısıtlamak için kullanılan temelsiz ‘kamu düzeni’ veya ‘kamu güvenliği’ gerekçeleri, yasaya uygunluk, gereklilik ve orantılılık ilkelerine uymamanın yanı sıra ırksal önyargıları ve klişeleri de kalıcı hale getirmektedir. İncelenen ülkelerin birçoğunda Filistin’le dayanışma protestoları, yasaklama kararları ve belirli slogan ve sembollerin yasaklanmasıyla hedef alındı. Bu yasak kararları genellikle polis tarafından şiddet kullanılarak uygulandı.

Raporda ele alınan ülkelerin çoğunda, protestoları düzenleyen kişilerin yetkililere protesto planlarını bildirmeleri gerekiyor ve bildirim gerekliliğine uymayan düzenleyiciler idari ve/veya cezai yaptırımlarla karşılaşıyor. Bildirim usulleri insanların haklarına müdahaledir ve yetkililer tarafından sıklıkla, uluslararası hukuk uyarınca haklı ve kabul edilebilir olmayan bir biçimde kullanılmaktadır. Dört ülkede –Belçika, Lüksemburg, İsveç ve İsviçre– protesto düzenleyicileri bir protesto gerçekleştirebilmek için izin başvurusu yapmak zorundadır.

Bir protesto için önceden bildirimde bulunulmaması (veya gerekliyse izin istenmemesi), toplanmayı ‘kanuna aykırı’  ilan etmek ve böylelikle dağıtma emri vermek, katılanları gözaltına almak ve düzenleyicilere ve katılımcılara cezai yaptırım uygulamak için gerekçe gösterilmektedir.

Bazı ülkelerde, düzenleyiciler yasal olarak protestolar sırasında güvenliği ve düzeni sağlamaktan, sokakların temizlenmesi, güvenlik ve acil durum hizmetleri gibi kamu hizmetlerinin masraflarını karşılamaktan veya bunlara katkıda bulunmaktan sorumludur; hatta katılımcıların eylemlerinden ötürü hesap vermeleri ve bunların maliyetini üstlenmeleri gerekebilir.

Sekiz ülkede resmi binalar, meclisler ve diğer kamu kurumları gibi belirli yerlerin civarında protesto düzenlenmesine katiyen izin verilmemektedir. Dört ülke, zamana bağlı genel yasaklar, birçok ülke de protestoların sözde ‘içeriği’ ile ilgili kısıtlamalar getirmekte ve bu kurallara aykırı davranan kişiler için idari ve cezai yaptırımlar öngörmektedir.

Sivil itaatsizliği hedef alma

Barışçıl sivil itaatsizlik eylemleri –yasaların vicdani sebeplerle önceden tasarlanmış bir biçimde çiğnenmesi– barışçıl toplanma hakkı kapsamında korunduğu halde devletler bu eylemleri artan bir şekilde kamu düzeni ve/veya ulusal güvenliğe ‘tehdit’ olarak tanımlıyor ve sivil itaatsizliğe her geçen gün daha da sert yöntemlerle karşılık veriyor. Polis tarafından protestoların gereksiz yere dağıtılması, aşırı güç kullanımı, hukuki kesinlikten yoksun yasalara dayalı olarak gerçekleştirilen gözaltılar, ağır suçlamalar ve hapis cezasını da içeren yaptırımlar buna dahildir.

Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık’ta, insanların sivil itaatsizlik eylemlerine katılmalarını engellemek adına belirli yerlere girmelerinin veya gelecekte belirli etkinliklere katılmalarının yasaklanmasına –ve bazı durumlarda gözaltına alınmalarına– izin veren önleyici hükümler mevcuttur.

Caydırıcı etki ve ayrımcılık

Gelişigüzel kitlesel gözetim, ağır polis denetimi, külfetli yükümlülükler ve cezai yaptırım riski korku yaratıyor ve protestolara katılımı caydırıyor.

‘Caydırıcı etki’, halihazırda şiddet, eşitsizlik, devlet yetkilileri tarafından ırk temelli ve diğer ayrımcılık türlerine maruz bırakılma konusunda daha yüksek risk altında olan ve katılımla ilgili daha fazla engelle karşılaşan, dolayısıyla kısıtlamalar ve baskılardan etkilenmeleri daha muhtemel olan, ırksallaştırılan ve ötekileştirilen grupları orantısız etkiliyor. 

Birçok ülkede, protestoları düzenleyen ve protestolara katılan kişilerin (varsayılan) kimliği, ayrıca hangi amaçlar için seferber oldukları, yetkililerin getirdiği kısıtlamaları etkilemektedir. Birçok ülkenin farklı protesto hareketleri, grupları ve amaçları arasında ayrımcı bir fark gözettiği görülmektedir. Örneğin ırk ayrımcılığına maruz bırakılan gruplar, LGBTİ+’lar ve göçmenler, sığınmacılar ve mülteciler tarafından düzenlenen veya bu gruplarla dayanışma ifade eden protestolara yönelik kısıtlamalar ırk ve cinsiyete dayalı kalıp yargılara  atıf yapılarak haklı gösterilmekte ve bu durum kurumsal ırkçılığı, homofobiyi, transfobiyi ve diğer ayrımcılık türlerini gözler önüne sermektedir.

Almanya’da, 2022 ve 2023’te Filistin’in Nakba Günü’nde Berlin’de düzenlenmesi planlanan protestolar, polisin ‘şiddet eğilimli’ olarak nitelendirdiği protestoya katılımı beklenen katılımcılar hakkındaki zarar verici ayrımcı kalıp yargılar nedeniyle önceden yasaklandı. Polonya ve Türkiye’de LGBTİ+’lar uzun yıllardır artan düzeyde ayrımcı kısıtlamalara ve yetkililerin tacizlerine maruz kalıyor.

“Avrupa’da protesto hakkı, sokaklara çıkan insanların gitgide daha baskıcı hale gelen kısıtlamalar, cezai yaptırımlar, devlet şiddeti, ayrımcılık ve yaygın gözetimle karşı karşıya kalması yüzünden yavaş yavaş yok oluyor. Ancak bu saldırılara rağmen insanlar hâlâ güçlükle elde edilen hakları korumak ve yenilerini kazanmak için protestolara katılıyor” diyen Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölge Ofisi Kıdemli Kampanyacısı Catrinel Motoc sözlerini şöyle sonlandırdı: 

“Avrupa genelinde devletler barışçıl protestoları kısıtlamak ve sokaklara çıkan insanları cezalandırmak yerine, kendi yaklaşımlarını topyekun gözden geçirmelidir. Protestolar susturulmaktan ziyade kolaylaştırılmalı ve baskıcı yasa ağları, bu yasalar uluslararası insan hakları yükümlülüklerine uygun hale gelecek şekilde reforme edilmelidir.”

Arka Plan

Rapor, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Polonya, Portekiz, Sırbistan, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye ve Birleşik Krallık’ı ele almaktadır.

Bu araştırma, Uluslararası Af Örgütü’nün, tüm dünyada protesto hakkını savunmayı amaçlayan Protesto Hakkını Koru adlı küresel kampanyasının bir parçasıdır.

Raporun özetine buradan erişebilirsiniz. 

Daha fazla bilgi almak veya röportaj düzenlemek için: [email protected]