Türkiye: Deprem bölgesinde polis ve jandarma ihlalleri - İşkence ve diğer türde kötü muamele yapıldı, şiddetli saldırılar önlenmedi

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü bugün yayımladıkları ortak açıklamada, Türkiye’de Şubat depremleriyle yıkıma uğrayan bölgeyi denetlemek üzere gönderilen kolluk görevlilerinin hırsızlık ve yağma olaylarına karıştıklarından şüphelendikleri kişilere işkence veya diğer türde kötü muamele yaptıklarını belirtti. Bir kişi, işkenceye maruz bırakılmasının ardından gözaltında hayatını kaybetti. Ayrıca, bazı vakalarda kolluk görevlileri, suç işledikleri iddia edilen insanlara yönelik sivil kişilerin saldırılarını engellemek için de müdahale etmedi.

Depremden sonra evlerde ve işyerlerinde hırsızlık ve yağma olayları bildirilmiş ve bu durum kolluk görevlilerini ciddi bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırakmış olsa da uluslararası hukuk ve Türkiye’nin kendi mevzuatı, hangi koşullar altında olursa olsun şüphelilere işkence veya diğer türde kötü muamele yapılmasını yasaklar. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti uzun yıllardır “işkenceye sıfır tolerans” politikasına bağlı kaldıklarını öne sürmektedir.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Polis, jandarma ve askeri personellerin, suç işlediğinden şüphelendikleri kişileri uzun süreli fiziksel şiddete maruz bıraktığına, keyfi ve gayri resmi olarak alıkoyduğuna ilişkin güvenilir bildirimler, Türkiye’nin deprem bölgesindeki kolluk uygulamalarının şoke edici bir göstergesidir. Kolluk görevlileri, doğal afet kapsamında ilan edilen olağanüstü hali cezadan muaf şekilde işkence ve kötü muamele yapma ve hatta öldürme serbestliği gibi görüyor” dedi.

"Kolluk görevlileri, doğal afet kapsamında ilan edilen olağanüstü hali cezadan muaf şekilde işkence ve kötü muamele yapma ve hatta öldürme serbestliği gibi görüyor.”

Hugh Williamson
İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü bölgede görevlendirilen polis, jandarma ve askerlerin faili olduğu 34 erkek mağdura yönelik 13 işkence ve diğer türde kötü muamele vakasına ilişkin 34 kişiyle görüşmeler gerçekleştirdi ve kimi vakalarda mevcut video görüntülerini inceledi. Araştırmacılar, güvenlik güçleri tarafından işkence edilen başkaca kişiler hakkındaki tanıklıkları da dinleyip fiziksel şiddet içeren videoları inceledi ancak bu olayları tümüyle doğrulayamadı. Görüşülen kişiler arasında işkence ve diğer türde kötü muameleye maruz bırakılan 12 kişi, jandarmaların başlarına silah dayayarak tehdit ettiği iki kişi, tanıklar ve avukatlar bulunuyor.

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün belgelediği dört vakada, yardım çalışmalarında yer alan siviller de şiddet olaylarına katılmış olsa da araştırmanın ana odağı, kamu görevlilerinin sorumlu olduğu işkence vakalarıydı. Üç vaka dışında tüm işkence ve kötü muamele olayları Hatay’ın Antakya ilçesinde meydana geldi. Dört vakada mağdurlar Suriyeli mültecilerdi ve bu saldırılarda yabancı düşmanlığına dayalı ek saikler mevcuttu.

Olayların tümü, 7 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ilan edilen ve iki gün sonra meclis tarafından onaylanan olağanüstü hal kapsamındaki 10 ilde meydana geldi. Doğal afet sebebiyle ilan edilen olağanüstü halde hükümet, kurtarma ve yardım çalışmalarında arazi, binalar, araçlar, yakıt, tıbbi malzeme ve gıda vb. gibi özel ve kamu kaynaklarının kullanılması, ordunun yardım çalışmalarında görevlendirilmesi, etkilenen bölgedeki işletmelerin açılış saatlerinin denetlenmesi ve bölgeye girişlerin sınırlandırılması gibi yetkileri içeren kararnameler çıkartabilir.

Türkiyeli mağdurlardan biri, bir jandarma görevlisinin kendisini şu sözlerle tehdit ettiğini aktardı, “OHAL var, seni öldüreceğiz, seni öldürüp enkaz altına atacağız.” Görüşülen mağdurlardan Suriyeli bir erkek, yüzüne yumruk atan bir memuru şikâyet ettiği üst rütbeli bir askerin kendisini, “OHAL var burada. O sizi öldürse bile kimseye hesap vermek zorunda değil. Kimse ona bir şey diyemez” sözleriyle yanıtladığını belirtti.

İçişleri ve Adalet Bakanlığı iki örgütün sorularını, depremin ölçeği ve yıkımın boyutlarıyla yanıtladı

17 Mart’ta, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, araştırma bulgularını paylaşmak ve yapılan şikâyetler ve sosyal medyada dolaşan videolara ilişkin soruşturmalar hakkında bilgi talep etmek üzere Türkiye’nin İçişleri ve Adalet Bakanlarına mektup yazdı.  Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı’nın Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı adına ilgili mektuba 29 Mart tarihinde gönderdiği cevapta, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin işkenceye sıfır tolerans gösterdiğini ve Uluslararası Af Örgütü ile İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün suçlamalarının ‘olgusal temelden yoksun belirsiz iddialar’ olduğunu belirtti. Bakanlıkların gönderdiği yanıt, OHAL altındaki deprem bölgesindeki vakalara ilişkin hak örgütlerinin bulgularını ve kolluk uygulaması hakkında sorulan sorularını ele almaktan ziyade depremin ölçeğine, gerçekleşen yıkıma ve yardım çabalarını içeriyordu.

İşkence ve diğer türde kötü muameleye maruz bırakılan kişilerin çoğu, depremde yıkılan binalardaki arama-kurtarma çalışmalarına katıldıkları sırada ya da Antakya’nın çeşitli mahallelerinden geçerken polis, jandarma veya asker grupları tarafından alıkoyulduklarını belirtti. Vakaların çoğunda, mağdurlar hakkında resmi gözaltı işlemi yapılmadı; onun yerine doğrudan fiziksel şiddete maruz bırakıldılar ve/veya dizlerinin üzerine çökmeleri ve/veya yere yatmaları istendi. Bazense elleri kelepçelenmiş halde uzun süre boyunca tekme, tokat ve küfürlere maruz bırakıldılar. Bir kısmı suç üstlenmeye zorlandı. Yalnızca iki vakada ilgili kişiler hakkında isnat edilen suçlardan ötürü soruşturma başlatılmış olması, bu kişilerin suç işlediğine dair somut bir şüphenin en başından itibaren mevcut olup olmadığı konusunda ciddi soru işareti oluşturmaktadır.

Bir kişi, “Evim yıkılmış, çadırda kalıyoruz, üzerine polis beni dövüyor, kafama silah çekiyor ya. Sanki burası vahşi batıymış gibi davrandılar” şeklinde konuştu.

İşkenceye maruz bırakılan 19 yaşındaki bir kişi, “Zaman algımı tümüyle yitirdim, olay bir saat, yarım saat ya da iki saat sürmüş gibi geldi. Önce üç kişiydiler, sonra daha büyük bir polis grubu geldi ve tekme yumruk dayağa katıldılar” dedi.

İncelenen 13 vakadan sadece altısında mağdurlar veya aileleri, yetkililerden gördükleri şiddetten ötürü şikâyetçi oldu. Kendisine ve erkek kardeşine, jandarma tarafından alıkonuldukları sırada belirli aralıklarla, uzun süreli işkence yapıldığını ve erkek kardeşinin yere yığılarak gözaltında öldüğünü bildiren Sabri Güreşçi şikâyetçi olanlardan biri.

Diğer yedi vakada mağdurlar, misillemeden korktukları ve adil bir sonuca erişemeyeceklerini düşündükleri için şikâyette bulunmayacaklarını ifade etti. Bazıları ise aile üyeleri ve arkadaşlarının depremde ölmesi ve hayatlarının bir anda alt üst olmasının, polis veya jandarma eliyle maruz kaldıkları fiziksel şiddeti gölgede bıraktığını belirtti.     

Suriyeliler, şikâyette bulunmak konusunda bilhassa tereddütlüydü. Diğer ülkelerden gelen arama-kurtarma ekiplerinden birine çevirmenlik yapan Suriyeli bir kadın, “Jandarmaların çoğu Suriyelilere hırsız muamelesi yaptı ve onlara karşı çok saldırgan davrandılar. Suriyelilerin kurtarma ekipleriyle olmalarını kabul etmediler ve çok sinirliydiler” ifadelerini kullandı.

Enkaz altında kalan, Türkiye ve Suriye vatandaşı çok sayıda insanın kurtarılmasına yardım ederken jandarma ve kalabalığın şiddetine maruz kalan Suriyeli bir arama-kurtarma gönüllüsü ise “Şikâyetçi olmayacağım çünkü bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Dışarı çıkmaya korkuyorum çünkü arabamın fotoğrafları ve bizim dayak yediğimiz videolar sosyal medyada dolaşıyor. Tekrar saldırıya uğramaktan korkuyoruz. Hastaneye gidip darp raporu almadım çünkü Suriyeli olduğum için yağmacı sanılmaktan korkuyorum” dedi.

Bir görgü tanığı, “İşçi ve yoksul görünen 20-25 yaşlarındaki üç kişi onları ‘yağmacılıkla’ suçlayan askerlerce dövüldü. Askerler bir yandan da etraftaki insanları linçe kışkırtıyordu” dedi. Bir diğer tanık ise kıdemli bir askeri görevli gibi görünen bir kişinin Antakya yakınlarındaki Samandağ ilçesinde insanlara, “Dövün, hakkını verin ama öldürmeyin. Bizi çağırın” dediğini duyduğunu söyledi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü’nün ortak açıklamasında, “Türkiye yetkilileri deprem bölgesinde, mağdurların suç teşkil eden eylemlerde bulunduklarından şüphelenip şüphelenmediklerine bakılmaksızın polis, jandarma ve askeri personelin insanlara işkence ve diğer türde kötü muamele yaptığına ilişkin tüm bildirimler hakkında eksiksiz ve tarafsız cezai ve idari soruşturmalar yürütmelidir” ifadelerine yer verildi.

“Ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en ağır doğal afetin ortasında yetkisini suistimal eden kolluk görevlilerinin uyguladığı kontrolsüz şiddetle ilgili korkunç tanıklıklar ve görüntüler öylece örtbas edilemez.”

Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü
Nils Muižnieks

“Ülkenin bugüne kadar karşılaştığı en ağır doğal afetin ortasında yetkisini suistimal eden kolluk görevlilerinin uyguladığı kontrolsüz şiddetle ilgili korkunç tanıklıklar ve görüntüler öylece örtbas edilemez” diyen Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks sözlerini şöyle sonlandırdı, “Mülteci olanlar da dahil tüm mağdurların, maruz bırakıldıkları şiddete karşılık adalet ve tazminat hakkı var. Yetkililer polis, jandarma ve diğer kolluk görevlilerinin yaptıkları tüm işkence ve diğer türde kötü muamele vakaları hakkında gecikmeksizin ceza soruşturmaları başlatmalı ve sorumluları adalet önüne çıkarmalıdır.”

Tavsiyeler

Türkiye yetkilileri;

  • Deprem bölgesinde polis, jandarma ve askeri personel tarafından işkence ve diğer türde kötü muamele uygulandığı yönündeki tüm iddiaları kapsamlı, hızlı ve tarafsız bir biçimde soruşturmalı,
  • Kolluk görevlilerinin Suriyelilere veya yabancı uyruklu diğer kişilere karşı sözlü tehditleri ve fiziksel saldırıları da içeren yabancı düşmanlığına dayalı veya ırkçı eylemlerini kapsamlı bir biçimde soruşturmalı,
  • Tüm mağdurların, hakları ve Türkiye’nin uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülükleri uyarınca maruz bırakıldıkları zarardan ötürü tazminata erişimlerini sağlamalı,
  • İşkence ve diğer türde kötü muamele olaylarına doğrudan karışan veya sivil kişilerin kendilerince adaleti sağlamaya teşebbüs ederek, cezasız kalmak suretiyle insanlara şiddetle saldırdığı olayları önlemeyen veya bunlara müdahale etmeyen güvenlik güçleri mensuplarını tespit etmek için Telegram kanalları dahil sosyal medyada paylaşılan bu tür olaylara ait mevcut tüm video görüntülerini incelemeli,
  • Kıdemli polis memurları, jandarma ve askeri personelin, komutaları altındaki personele, olağanüstü hal ilanının işkence ve diğer türde kötü muameleyi meşrulaştırdığı anlamına gelebilecek emirler verip vermediğini kapsamlı bir biçimde değerlendirmeli,
  • Denetim yetkilerinin açıkça suistimal edilmesine son vermek ve halkın güvenliğini ve emniyetini sağlamak için olağanüstü hal bölgesindeki kolluk güçleri hakkında kapsamlı bir inceleme yapmalıdır. Bu, tüm vakalarda yakalama, gözaltı ve suç işlediği şüphesi taşıyan kişilerin geçeceği aşamalarla ilgili hukuki yöntemlere sıkı sıkıya bağlı kalınmasını ve gözaltındaki kişiler için sağlık raporu alma ve bu kişilerin hızla hakim ve savcı huzuruna çıkarılmalarıyla ilgili yükümlülüklere eksiksiz şekilde uyulmasını sağlamayı içerir.

 

Ayrıntılı tanıklıklara ve bulgulara aşağıda yer verilmektedir.

Arka Plan

6 Şubat depremlerinin ardından bölgeye giden siyasetçiler, deprem bölgesindeki hırsızlık vakalarına dair tehditkâr açıklamalarda bulundular. Aşırı sağcı Zafer Partisi’nin Genel Başkanı Ümit Özdağ, yağmacılara karşı asker ve polise vur emri verilmesi gerektiği yönünde bir tweet attı. 10 Şubat’ta, hükümetteki AK Parti sözcüsü Ömer Çelik yaralı depremzedelere yaptığı bir hastane ziyareti sırasında basına yaptığı açıklamada, “Bu yağma olayları karşısında açık ve net söylüyorum son derece acımasız olacağız. Yağma işine girişenleri uyarıyoruz, hayatları boyunca bu utançla yaşarlar. Gereken tedbirleri alıyoruz” şeklinde konuştu.

10 Şubat’tan sonra, polis, jandarma ve asker üniformalı kişilerin deprem bölgesine benzeyen yerlerde insanları dövdüğünü gösteren videolar sosyal medyada dolaşıma girdi. “Deprem Yağmacıları Şerefsizler” ya da “Yağmacı Piç Kuruları” gibi onur kırıcı ifadeler barındıran isimlere sahip bazı Telegram kanallarından çok sayıda video paylaşıldı.

Uluslararası Af Örgütü Kanıt Laboratuvarı, güvenlik güçlerinin resmî üniformalarını giydiği görülen kişilerin şiddet uyguladıklarını gösteren 10 videonun ayrıntılarını doğruladı. Videoların dördü, güvenlik güçlerinin insanlara işkence ettiğini ve bunların bazılarında mağdurların ellerinin bağlı olduğunu net bir biçimde gösteriyor. Çevrimiçi platformlarda da mevcut olan ve yaygın olarak paylaşılan tüm görüntüler, güvenlik güçlerinin açıkça şiddet içeren eylemlerde bulunduğunu gösteriyor ve ayrıntılı soruşturma gerektiriyor.

Uluslararası Af Örgütü aynı zamanda videolar aracılığıyla, acil kurtarma gönüllülerinin kullandığı yelekleri giyen kişilerin, polis veya jandarma nezaretinde saldırıya katıldığı iki olayın meydana geldiği yeri doğruladı. Belgelenen en az dört vakada fotoğraf ve video kanıtları, görüşülen tanıkların ve mağdurların beyanlarını destekler nitelikteydi.

Ahmet ve Sabri Güreşçi vakası

37 yaşındaki Sabri Güreşçi ile 27 yaşındaki erkek kardeşi Ahmet Güreşçi’ye jandarma tarafından işkenceye yapılması ve Ahmet Güreşçi’nin işkence sonucu öldüğünü gösteren kanıtları içeren olay incelenen vakalar arasında. Olaya ilişkin herhangi bir video görüntüsü yok ancak Sabri Güreşçi jandarmaların işkence sırasında onları videoya kaydettiğini belirtti.

Sabri Güreşçi, araştırmacılarımızla yaptığı görüşmede ve ayrıca 13 Şubat’ta polise sunduğu resmi şikâyet dilekçesinde, 11 Şubat’ta jandarmaların onu ve kardeşi Ahmet’i, yağma ve diğer suç şüphesiyle Hatay’ın Altınözü ilçesindeki Büyükburç semtinde bulunan evlerinden gözaltına aldığını ifade etti.

Sabri Güreşçi ve eşinin aktardığına göre Sabri ve kardeşi hiçbir direniş göstermemelerine rağmen jandarmalar gelir gelmez, havaya 4-5 el ateş açtı. İki kardeş araca bindirildikten sonra en az 15 jandarma coplarla kafalarına, kollarına ve bacaklarına vurdu, tokat ve tekme attı, hakaret etti ve onları tehdit etti. Tüm bunlar Altınözü Jandarma Komutanlığı’na varıncaya kadar devam etti.

Yasaya aykırı olarak, iki kardeş, jandarma komutanlığına götürülmeden önce sağlık muayenesinden geçirilmedi. Bir koğuştan ziyade ardiyeye benzer bir yere götürüldüler ve burada en az 10 jandarma onları suyla ıslattı, uzun süre fiziksel şiddete maruz bıraktı, çırılçıplak soydu, testislerini sıktı ve coplarla anal tecavüz girişiminde bulundu.

Sabri Güreşçi jandarmaların “OHAL var, seni öldüreceğiz, seni öldürüp enkaz altına atacağız, halk linç etti diyeceğiz” dediğini aktardı ve daha sonra kardeşi Ahmet’in bilincini kaybettiğini, kan kustuğunu ve bunun üzerine hastaneye götürüldüğünü orada öldüğünün açıklandığını belirtti.

12 Şubat’ta, savcılık yaptırdığı otopside beyinde ölüme yol açmış olabilecek bir yaralanma ve vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar tespit etti. Adli Tıp Kurumu’nun kesin ölüm nedeninin tespiti için otopsi raporu üzerinde yapacağı kapsamlı değerlendirmenin sonuçları henüz açıklanmadı.

Sabri Güreşçi’nin daha sonra hazırlanan darp raporu, jandarma tarafından coplarla dövüldüğü ve tekmelendiği yönündeki beyanını doğrular şekilde omuzlarında, sırtında, kalçalarında, kollarında ve bacaklarında çok sayıda sıyrık, lezyon, dikey morluklar ve baş parmağında kırık olduğunu gösteriyor. Altınözü Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı (2023/302 Soruşturma No’lu dosya) ve soruşturma süresince dosyaya erişimin kısıtlanmasını istedi. Mahkeme, talebi kabul etti.

Sabri, hakkındaki soruşturma tamamlanana kadar seyahat yasağı getirilerek gözaltından serbest bırakıldı. Üç jandarmanın soruşturma süresince açığa alındığı bildirildi. Sabri Güreşçi kendisi ve kardeşine uygulanan ve kardeşinin ölümüyle sonuçlanan işkenceye bilfiil katılan görevlilerden dokuzunu teşhis ettiğini söyledi.

Diyarbakırlı beş Kürt erkeğin vakası

Adıyaman’daki jandarma ve polisin işkence uyguladığı yönünde ciddi bir diğer iddia, 14 Şubat’ta Diyarbakırlı beş genç Kürt erkeği (R.T., İ.T., E.T., Y.A. ve A.T.) temsil eden avukatlar tarafından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirildi. Bu kişiler 11 Şubat’ta arama-kurtarma çalışmalarına katılmak üzere, yedi kişilik bir grup halinde Diyarbakır’dan Adıyaman’a gitti. Diğer vakalarda olduğu gibi bu vakada da kendilerinin talebi üzerine kişilerin kimliğini korumak için isim-soy isimlerinin baş harfleri kullanılmaktadır.

Beş kişinin başsavcılığa yaptığı suç duyurusuna göre, jandarma onları çöken bir binanın enkazında kurtarma çalışmaları devam ederken herhangi bir açıklama yapmadan alarak yakın bir yerde, jandarma ve polis memurlarıyla dolu bir çadıra götürdü ve onları yağma ve hırsızlıkla suçladı. Dört veya beş jandarma ve bir polis memuru, sivil giyimli diğer birkaç kişiyle birlikte onları dövdü.

Bir saat kadar sonra iki jandarma eşliğinde beyaz bir minibüsle emniyet müdürlüğüne götürüldüler. Jandarmalardan biri, “Kıpırdarlarsa beyinlerini patlat” dedi. Saat 22.00 civarı, emniyet müdürlüğünde 30 kadar polis memurunun onları tokatladığı, yumrukladığı, tekmelediği ve elleriyle, ayaklarıyla, coplarla ve sopalarla dövdükleri bildirildi. Bazı polis memurları görünüşe göre işkenceyi cep telefonlarına kaydetti. Ardından polis, mağdurların telefonlarına, kimliklerine, cüzdanlarına ve kıyafetlerine el koydu ve onları iç çamaşırlarıyla bıraktı.

Aynı beyaz minibüse zorla bindirildiler ancak oturmalarına izin verilmedi, koltukların arasına sıkıştırıldılar. Minibüs hareket ettiğinde polis memurları yapmadıkları halde yağma yaptıklarını itiraf etmelerini ve “biz hırsız ve orospu çocuğuyuz” demelerini istedi ve bu anları telefonlarına kaydettiler. Yolculuk boyunca dövüldüler, hakaretlere ve ölüm tehditlerine maruz bırakıldılar.

Gece yarısı şehrin yaklaşık 10 kilometre dışında ıssız bir bölgede minibüsten indirildiler. Polis, sıfırın altındaki soğuk havada üzerlerine su döktü ve onları çıplak halde yerde sürünmeye zorladı. Daha sonra kimlik kartlarını geri verdi ve onları orada bıraktı. Beş erkekten biri cep telefonunu iç çamaşırında saklayabilmişti ve bu sayede yardım çağırabildiler.

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü ilgili suç duyurusunu inceledi, bahsi geçen ayrıntıları doğrulayan R.T. ile konuştu, kurtarıldıkları anlara ait sosyal medyada paylaşılan video görüntülerini inceledi ve işkenceye maruz bırakıldıktan sonra Adıyaman’da götürüldükleri yerde onlarla ilk kez röportaj yapanlardan biri olan bir gazeteciyle görüştü. Beş erkekten biri olaydan sonra ciddi göz yaralanması nedeniyle hastaneye kaldırıldı.

R.A. ve aile üyeleri vakası

51 yaşındaki R.A. depremde evleri ağır hasar gördüğü için ailesiyle birlikte kuzeninin İskenderun’daki evinde kalıyordu. 18 Şubat’ta özel harekat polislerinin kaldıkları eve geldiğini söyledi ve yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

“Özel harekat polisleri maskeli, kamuflajlı, zırhlıydı; suratıma silahı tuttular, yere yat dediler. Birkaç dakikada ben, oğlum, amcaoğlum ve onun üç çocuğu yerde yatıyorduk. Bizi felaket dövdüler. Tekme tokat copla dövdüler. Döverken de işte ‘Siz hırsızsınız. Hırsızlık yapmışsınız’ dediler. Evi ararken her odanın kapısını kırdılar, her şeye zarar verdiler.”

R.A. ve oğlu, kuzeni A.Y. ve kuzeninin üç oğlu elleri kelepçeli halde bir polis otobüsüne götürüldü. İskenderun’daki Denizciler Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldükleri sırada otobüsün içinde de fiziksel şiddetin sürdüğünü söyleyen R.A., “Karakolda beni tek dövdüler. Bir tane polis bana ‘Ben Yozgatlıyım’ dedi, beni kameraların olmadığı bir köşeye çekti. Orada diğer polisler izlerken beni dövdü, diğer polisler hiçbir şey yapmadı. Dişimi kırdılar, kaburgamı kırdılar, gözlerimi morarttılar. Her yerimde morluklar var” şeklinde konuştu. Yozgatlı bazı kişilerin Türk milliyetçisi olmakla övündükleri göz önüne alındığında polis memurunun Yozgatlı olduğunu söylemesi, R.A.’nın Kürt olmasına gösterdiği ırkçı bir davranış olarak anlaşılabilir.

R.A., amcasının oğlu A.Y.’nin İskenderun’da bir telefon ve elektronik mağazası olduğunu, A.Y.’nin oğullarıyla birlikte güvenlik gerekçesiyle tüm ürünlerini mağazadan çıkardıklarını belirtti. Aynı çarşıdaki başka bir dükkan sahibi polise, dükkanındaki elektronik ürünlerin çalındığını, hırsızın A.Y. ve oğulları olabileceğini çünkü onların o civarda görüldüğünü bildirdi. Polis aynı çarşıda çalışan ve yine aynı evde kalan Suriyeli üç erkeği de gözaltına aldı. R.A. soruşturma tamamlanana kadar adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Ömer Türkmen ve yeğenleri vakası

37 yaşındaki Ömer Türkmen, özel harekat polislerinin 24 Şubat’ta, Antakya’nın Saraykent mahallesindeki evinin önünde kendisine ve iki yeğenine (20 yaşındaki Nizam Doğan ve 18 yaşındaki Mehmet Ali Doğan) saldırdığını belirtti. Üçü, depremde hasar gören evlerine bakmak için oradaydı. Bir polis memuru Türkmen’e kimlik kontrolü yaptı, onu sabıkalı hırsız olmakla suçladı ve yüzünün sol tarafına, kaşının altına yumruk atarak onu yere yığdı. Ardından silahının kabzasıyla kafasına vurdu, silahı doğrulttu ve “Seni buracıkta öldüreceğim” dedi. Diğer polis memurları da yerde yattığı sırada Türkmen’in karnını tekmeledi.  

Polis, Türkmen’e yardım etmeye çalışan yeğenlerini de dövdü. Yarım saat sonra, bir polis amiri ve başka memurlar bir araçla olay yerine geldiğinde Türkmen oranın kendi evi olduğunu açıkladı. Bunun üzerine amir, büyütecek bir şey olmadığını, konunun kapandığını söyledi ve Türkmen’den özür diledi ama bununla birlikte “Burada ben olsaydım daha da kötü durumda olurdun” ifadelerini kullandı.

25 Şubat’ta, Ömer Türkmen hastaneden yaralarını belgeleyen bir darp raporu aldı ve aynı gün Antakya Kaymakamlığı’nın bahçesinde kurulmuş olan polis çadırında şikâyette bulundu.

M.G. ve C.T. vakası

Belgelenen 13 vakanın üçü dışında hepsinde polis ve jandarma kişinin yakalandığına veya fiilen gözaltında tutulduğuna dair yazılı bir tutanak olmadan insanları resmi gözaltı merkezleri dışında işkenceye ve diğer türde kötü muameleye maruz bıraktı.

10 Şubat’ta polis, her ikisi de 19 yaşında ve Antakyalı olan M.G. ve arkadaşı C.T.’yi şiddetli biçimde dövdü. M.G., Armutlu mahallesinde C.T.’nin halası ve kuzeninin enkaz altında mahsur kaldığı bir binada kurtarma çalışmalarına yardım ettiklerini ve mola vermelerinden kısa bir süre sonra dövüldüklerini aktardı. İki genç erkek bir jandarmaya tuvalet için nereye gitmeleri gerektiğini sorduktan sonra tuvalete girmek üzere yakınlardaki bir binaya gitti. M.G. polisin arkalarından binaya girdiğini söyledi ve şöyle devam etti:

“Bize hiç açıklama fırsatı vermediler ve dövmeye başladılar. Binadan çıkınca dururlar dedim ama bu sadece başlangıçtı.”

M.G. polisin onu önce binadan dışarı sürüklediğini ve dışarıda polis ve jandarmaların da aralarında olduğu bir grubun kendilerine saldırdığını söyledi ve:

“Büyük bir grup gelip dayağa tekme tokatla katıldı. Zaman algımı tümüyle yitirdim, olay bir saat, yarım saat ya da iki saat sürmüş gibi geldi. Üç ayrı yere götürüldük, farklı araçlara bindirildik. Polisler bize ters kelepçe yapıp bizi yere yatırdı, kendimizi koruyamadık. Bize küfredip gülüyorlardı, konuşamadık, bir tanesi bizim üzerimizde stresini atacağını söyledi. “Sizi bize Allah gönderdi” dedi. Onlara C’nin halasını aramalarını söylemeyi başardığımızda onu arayıp bizim yağmacı olmadığımızı anladılar. Bizi bıraktılar.” sözleriyle ifade etti.

M.G. ve C.T. aldıkları darbeleri belgeleyen sağlık raporları aldılar ve 12 Şubat’ta, sonradan yakınlarıyla kalmak üzere gittikleri Nevşehir’in Ürgüp ilçesinde polis ve savcılığa resmi suç duyurusunda bulundular.  

Uluslararası Af Örgütü Kanıt Laboratuvarı ayrıca, 12 Şubat’ta dört Telegram kanalından paylaşılan ve iki erkeğin dövüldüğü anları gösteren 32 saniyelik bir videoyu da inceledi ve doğruladı. C.T., videodaki kişilerin kendisi ve M.G. olduğunu teyit etti. Video, bir binanın kapı aralığından M.G.’nin polis memurlarıyla birlikte dışarı çıktığını ve sivil giyimli bir grubun, polis memurlarının katılımı ve jandarmaların nezaretinde ona saldırdıklarını gösteriyor. C.T.’nin ise kapıda durduğu ve saldırı başladığı zaman geri içeri girdiği görülüyor.

Arka planda bir erkeğin, “Evet gel bakalım. Gel gel. Bir dayak ye de aklın başına gelsin. Evet patlatın ağzını yüzünü” dediği duyuluyor. Videoda, işkence edilen iki kişiden başka ikisi jandarma üniformalı, biri bir inşaat şirketinin açık yeşil renkli yeleğini giymiş yaklaşık dokuz kişi daha görülüyor. Açık yeşil yeleklinin yanındaki başka bir erkek, demir gibi görünen bir sopa tutuyor ve görünüşe göre M.G.’ye vurmaya hazırlanıyor. Arkadan gelen bir ses ise demir sopalı erkeği uyararak “demirle olmaz” diyor.

Fiziki saldırı şiddetlenince, iki kamuflajlı erkeğin daha geldiği ve diğer iki jandarmayla birlikte saldırıyı durdurmaya çalıştığı görülüyor. Videoyu kaydeden erkek, “Vurun lan vurun i.neye. Bir daha yağma mağma depremde ha. Millet neyle uğraşıyor, siz neyle uğraşıyorsunuz?” diye bağırıyor. Videonun sonuna doğru, üniformalı iki polis memuru ve kamuflajlı başka bir erkek görünüyor. C.T., önce M.G.’nin binadan çıktığını ve dövüldüğünü, bu sırada binanın içindeki polis memurlarının da kendisini geriye çektiğini doğruladı.

Antakya’ya giden Suriyeli mültecilere yönelik işkence ve diğer türde kötü muamele

Araştırmacılar, enkaz altından yakınlarını, arkadaşlarını ve tanımadıkları insanları kurtarmak için arama-kurtarma çalışmalarına yardım etmek üzere çevre ilçe ve illerden Antakya’ya giden yedi Suriyeli mülteciyle görüştü. Görüşülen kişilerin hepsi polis, jandarma ve askerlerin kendilerine kötü davrandığını, onlara “defalarca nefret dolu bir biçimde ‘Suriyeli onu yap, Suriyeli bunu yap” diye seslendiğini belirtti. Alçaltıcı muamelenin bir örneği olarak, 48 yaşındaki erkek H., kimlik kontrolleri sırasında nasıl sözlü tacize maruz bırakıldığını anlattı.

Üç erkek (A., L. ve H.), Antakya’ya girişteki aramada jandarmanın “Suriyeli oldukları için” küçük sırt çantalarını sokağa boşalttığını söyledi. Diğer zamanlarda “hain, hırsız” gibi sözlerle hedef alındılar ve sözlü tacize ve fiziksel şiddete maruz bırakıldılar.

28 yaşındaki U., depremlerin meydana geldiği gün kendisi ve 11 kişilik arkadaş grubunun, yakındaki Reyhanlı ilçesinden Antakya’ya gittiğini ifade etti. 11 Şubat’ta enkazdan çıkartılan iki kişinin naaşıyla, onlardan kendisi için almalarını isteyen başka bir erkeğin elektrikli bisikletiyle Reyhanlı’ya geri dönmek üzere yola çıktılar. Naaşlardan biri, Suriye’nin İdlib vilayetinde U. ile aynı köyden olan bir erkeğe aitti. Dönüş yolunda çorba içmek için Antakya’da mola verdiler. U., bir grup sivil ve jandarmanın onları hırsızlıkla suçladığını ve onlara vurmaya başladığını söyledi. Çoğu kaçmayı başardı ama en az altı kişi fiziksel şiddete maruz kaldı:

“İnsanlar etrafımıza toplanıp bize saldırdı. Arama-kurtarma çalışmalarına destek verdiklerinden üzerlerinde görevli yelekleri vardı. Bizi kamyonetteki naaşları ve motosikleti çalmakla suçladılar. Jandarmalar da oradaydı ve havaya ateş açtılar. Onlara naaşları araçla taşıdığımızı söyledik ama yüzümüze Kalaşnikov tuttular, bizi çok kötü dövdüler, sonra başka bir grup asker geldi ve bizi kelepçeledi.”

Bu kişiler daha sonra Antakya’daki Prime Mall alışveriş merkezi yakınında bir yere götürüldü, cep telefonlarını vermeleri ve gerçekten kendilerinin olduğunu kanıtlamaları için pin kodlarını girerek açmaları istendi. Yüzlerindeki yara ve morluklara rağmen jandarmalardan hesap sorulmayacağından ve misillemeye uğrayabileceklerinden endişe ettiklerini söyleyerek hiçbiri şikâyette bulunmadılar. Araştırmacılar, saldırı anını gösteren ve sonradan en az dört Telegram kanalında paylaşılan görüntüleri inceledi ve doğruladı.