Gezi Parkı Hak Savunucuları Davası

28 Mayıs – 30 Ağustos 2013 tarihlerinde gerçekleşen Gezi Parkı protestolarını organize ettikleri suçlamasıyla, aralarında sivil toplum ve iş insanı Osman Kavala’nın da bulunduğu, gazeteci, yazar, avukat, oyuncu, mimar, sivil toplum kuruluşu çalışanlarının yer aldığı 16 kişi hakkında iddianame düzenlendi. “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçlaması da dahil çok sayıda suçlama iddianamede yer aldı.

[SCROLL DOWN FOR ENGLISH]

Arka Plan Bilgisi

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 19 Şubat 2019 tarihli iddianamede, profesyonel sivil toplum çalışanı veya aktörü 16 kişi hakkında; en ağırı, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren 9 ayrı suçlama kapsamında hapis cezası ile cezalandırılma talep edildi.

Hazırlanan iddianame, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

İddianamede yer alan suçlar;

  • Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme (TCK Madde 312)
  • Mala Zarar Verme (TCK Madde 151/1)
  • Mala Zarar Verme Suçunun Nitelikli Hali (TCK Madde 152/1-a, 152/1-f, 152/2-a)
  • Tehlikeli Maddelerin İzinsiz Olarak Bulundurulması veya El Değiştirmesi (TCK Madde 174)
  • İbadethanelere ve Mezarlıklara Zarar Verme (TCK Madde 153)
  • 6136 Sayılı Yasaya Muhalefet (Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun)
  • Nitelikli Yağma (TCK Madde 149/1-a-c-d)
  • Nitelikli Yaralama (TCK Madde 86/1, 86/3-c, 87/3)
  • 2863 Sayılı Yasaya (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu) Muhalefet

olarak sıralanıyor.

İddianamede 746 kişi ise suçlamalar arasındaki “Malvarlığına Karşı Suçlar” ve “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar” kapsamında müşteki ve yine dönemin (61. Hükümet Dönemi) Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Bakanlar Kurulu üyeleri de iddianamede mağdur sıfatıyla yer alıyor.

İddianamedeki temel iddiayı ise, 16 kişinin; “Gezi Parkı olayları olarak anılan kalkışma meydana gelmeden çok önce mevcut yönetimi yıkmak amacıyla çeşitli eğitimlerden geçerek uygun ortamı buldukları 2013 yılı Mayıs ayı itibariyle planlarını devreye soktukları” ve bu yolla mevcut Hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye çalıştıkları oluşturuyor.

İddianamede bu 16 kişinin birbirleri ile irtibatlı oldukları ileri sürülüyor ve bu kişiler arasında “gevşek de olsa hiyerarşik ve iş bölümüne dayanan bir ilişkinin bulunduğu, koordineli olarak hareket ettikleri” iddia ediliyor.

Bu doğrultuda iddianamede, sivil itaatsizlik yöntemlerinin kullanıldığı, profesyonel eylemci yetiştirmek maksadıyla gizli ve açık toplantılar ve eğitimler yapıldığı, yurt dışından eğitimciler getirildiği, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi yerlerde görevli şahıslarla görüşmeler yapılarak Gezi eylemleriyle ilgili kamuoyu oluşturulması için çalışmalar yapıldığı ve Gezi Parkı eylemlerinin organize edildiği belirtiliyor.

İddianame; atılı suçlamalara dair bir diğer delil olarak Açık Toplum Vakfı ve Anadolu Kültür A.Ş. faaliyetleri ile diğer dernek, STK ve sivil gruplara Anadolu Kültür A.Ş. tarafından aktarılan banka hesap ve kayıtları ile açık olan fonlar gösteriliyor.

Davanın ilk duruşması 24 Haziran 2019 günü görülecek.

 


 

[1] Mehmet Osman Kavala, Gökçe Yılmaz Tüylüoğlu, Ali Hakan Altınay, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, Yiğit Aksakoğlu, Çiğdem Mater Utku, Yiğit Ali Ekmekçi, Memet Ali Alabora, Handan Meltem Arıkan, Can Dündar, Ayşe Mücella Yapıcı, Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman, İnanç Ekmekçi, Mine Özerden, Ayşe Pınar Alabora


The trial of HRD’s over Gezi Park protests

Background Information

In the indictment prepared by Istanbul’s Office of the Chief Prosecutor on 19 February 2019, 16 prominent civil society figures[1] are accused of 9 different criminal charges, the heaviest of which carry heavy imprisonment for life.

The indictment was accepted by Istanbul 30th Heavy Penal Court.

Charges contained in the indictment are enumerated as follows:

  • Attempting to overthrow the government of the Republic of Turkey or prevent it from fulfilling its duties (TCC[2] Article 312)
  • Damage to property (TCC 151/1)
  • Qualified Damage to Property (TCC 152/1-a, 152/1-f, 152/2-a)
  • Possession or Exchange of Hazardous Substances Without Permission (TCC Article 174)
  • Damaging Places of Worship and Cemeteries (TCC 153)
  • Violating the Law No. 6 136 for The Firearms and Knives and Other Tools
  • Qualified Robbery (TCC 149/1-a-c-d)
  • Qualified Injury (TCC Article 86/1, 86/3-c, 87/3)
  • Violating the Law on the Conservation of Cultural and Natural Property

Also, in the indictment, 746 individuals are referred to as plaintiffs under “Offences Against Property” and “Offences Against Physical Integrity,” while the Prime Minister of the time Recep Tayyip Erdoğan and the members of the Cabinet are referred to as the injured party.

The main accusation in the indictment is that those 16 individuals, “having received several trainings to oust the existing administration long before the insurrection, known as Gezi Park events, executed their plans by May 2013 when they thought it was the right time,” and that they therefore, attempted to overthrow the government or prevent it from fulfilling its duties.

It is alleged in the indictment that these 16 individuals were in contact with each other and “albeit loose, there was a hierarchical relationship based on a division of labor among them” and that “they acted in a coordinated manner.”

Accordingly, it is stated in the indictment that the methods of civil disobedience were exercised; that open and closed meetings and trainings aiming to raise professional protestors were conducted; that officials at the European Union, European Commission and European Court of Human Rights were approached with the intention to create a public opinion about Gezi events; and that Gezi Park protests were thus organized.

Activities of Open Society Foundation and Anadolu Kültür, bank transfers and registers as well as open funds from Anadolu Kültür to other civic groups and NGOs are presented as yet other evidences of the accusations.

The first hearing of the trial is taking place on 24 June 2019.

 

[1] Mehmet Osman Kavala, Gökçe Yılmaz Tüylüoğlu, Ali Hakan Altınay, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu, Yiğit Aksakoğlu, Çiğdem Mater Utku, Yiğit Ali Ekmekçi, Memet Ali Alabora, Handan Meltem Arıkan, Can Dündar, Ayşe Mücella Yapıcı, Şerafettin Can Atalay, Tayfun Kahraman, İnanç Ekmekçi, Mine Özerden, Ayşe Pınar Alabora.

[2] Turkish Criminal Code.


 

1. Duruşma

Davanın ilk duruşması 24-25 Haziran 2019 tarihlerinde Silivri’de görüldü. Duruşmayı kalabalık bir izleyici grubu ile birlikte milletvekilleri, çok sayıda basın ve gözlemci takip etti.

Duruşmada haklarında yakalama kararı bulunan 6 sanık ve duruşmaya katılamayan 1 sanık dışında, 9 sanık hazır bulundu.

Duruşmada hazır bulunan sanıklar, iki gün süresinde ilk savunmalarını sundular.

Sanıklar, haklarında iddianamede yer alan delil ve suçlamaları tek tek yanıtladı.

Davada tutuklu bulunan iki sanıktan Osman Kavala; hakkındaki suçlamaları haysiyet kırıcı bulduğunu, hayatının hiçbir döneminde özgür seçimler dışında bir yöntemle Hükümet değişikliği düşüncesine yakın olmadığını, 1980’lerin başından itibaren aktif olduğu iş hayatında, önemli olduklarına inandığım projeleri ve yatırımları gerçekleştirirken, ülkenin demokrasi kültürüne ve kültürel birikimine katkıda bulunmaya gayret ettiğini anlattı.

Yine hiçbir zaman gizli bir planı, faaliyeti, bir örgütle, cemaat yapısıyla gizli bir ilişkisinin olmadığını belirtti. İddia edilen kalkışma planını hangi örgüt aracılığı ile yürüttüğünün iddianamedeki belirsizliği ve yokluğu; farklı kuruluşlarda, farklı faaliyetlere katılmış olan iddianamedeki kişilerin, aynı amaç için ortak bir irade gösterdiklerine, birbirleriyle sistematik bir ilişki içerisinde olduklarına, kendisinden talimat aldıklarına, bu talimatlar doğrultusunda eylemde bulunduklarına dair hiçbir kanıt, bulgu, işaretin mevcut olmadığını aktardı.

Diğer tutuklu sanık Yiğit Aksakoğlu ise savunmasında, sivil toplum ve sosyal kalkınma alanlarında araştırma ve çalışma yapan bir uzman olduğunu, hayatı boyunca diyalogdan yana olduğunu, hiçbir zaman şiddeti veya şiddetle gelecek bir değişimi savunmadığını ve demokratik seçim sürecinin dışında gerçekleşecek bir değişimden yana olmadığını; bu nedenle iddianamedeki hakkında yer alan suçlamaların hem kanıttan yoksun hem de inandığı ve yaptıklarıyla ters düştüğünü ifade etti.

İddianamede özellikle kendisi ile ilgili olarak ön plana çıkan “şiddetsiz eylem”in iddianamede geçtiği gibi olayları kaosa, şiddete dönüştürmekle bir ilgisinin olmadığını, sivil toplumun da yöntem olarak şiddeti hiçbir koşulda teşvik etmediğini, şiddeti dışladığını, eylemleri ve araçlarının şiddet içermediğini anlattı. Bu haliyle de cebir ve şiddet kullanarak hükümeti yıkmanın hiçbir şekilde sivil toplumun alanı olamayacağını ne hükümeti devirmek, ne de cebir ve şiddet kullanmanın eğitimini aldığı, pratikte uyguladığı ve siyaseten yanında olduğu bir tutum olmadığını, şiddeti öven, teşvik eden ya da hükümeti devirmekle ilgili de herhangi bir konuşmasının bulunmadığını aktardı.

Duruşmada hazır bulunan sanıkların savunmalarının tamamlanmasından sonra, Aksakoğlu ve Kavala avukatları tahliye taleplerini ilettiler.

Mahkeme, ara kararında, oyçokluğu ile Yiğit Aksakoğlu’nun tahliyesine Osman Kavala’nın ise tutukluğunun devamına karar verdi.

Bir sonraki duruşma 18-19 Temmuz olarak belirlendi.

 

2. Duruşma

Davanın ikinci duruşması 18 Temmuz günü görüldü.

Bir önceki duruşmada, duruşmaya iki günlük süre ayrılmasına rağmen, Mahkeme Heyeti Başkanı duruşmanın, adli tatilin yaklaşmış olması ve iş yoğunluğunu gerekçe göstererek tek bir günde görüleceğini açıkladı.

Duruşmada yine kalabalık bir izleyici grubu, basın, milletvekilleri hazır bulundu.

Bir önceki duruşmada savunmalarını sunan sanıkların avukatları, bu duruşmada savunmalarını yaptılar.

Avukatlar, sanıkların üzerine atılı TCK’nun 312. Maddesinde yer alan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngören “Hükümeti ortadan kaldırmaya veya görevini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçunun maddi unsurlarının cebir ve şiddet olduğunu, bu unsurlar bulunmadan suçun işlendiğinin kabul edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, iddianamede ve dosya kapsamında ise sanıklardan hiçbirinin cebir veya şiddet eylemlerinin faili veya azmettiricisi olduklarına dair tek bir delil dahi olmadığını aktardılar.

Yine, delillerin toplanmasındaki ve değerlendirilmesindeki hukuk dışılık ile davanın toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne dönük orantısız ve bu anlamda Yüksek Mahkeme ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatına aykırı bir müdahale anlamına geldiğini açıkladılar.

Atılı suçun bir örgüt ilişkisi olmadan gerçekleştirilemeyeceğini ancak iddianamenin gevşek bir hiyerarşik bağ iddiası olsa da, ne bu bağı ne de bir örgütün varlığını ortaya koyamamasının önemine vurgu yapıldı.

Son olarak Osman Kavala ve avukatı ayrı ayrı söz alarak tahliye talebinde bulundular.

Mahkeme ise ara kararında, oy çokluğu ile Osman Kavala’nın tahliye talebinin reddi ile tutukluluğunun devamına karar verdi. Bu karara bir önceki tutukluluğun devamı gerekçesi ile aynı olacak şekilde;

  • Mehmet Osman KAVALA'nın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile öngörülen cezanın üst sınırı,
  • kuvvetli suç şüphesinin varlığına işaret eden somut olgu ve kanıtlar bulunması (tape kayıtları, teknik ve fiziki takip tutanakları, tanık beyanları ve sair dosyaya yansımış deliller)
  •  sanığa atılı suçun tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak varsayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu,
  •  sanığa atılı suçun kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, yargılama sonucunda eylemlerinin sübutu halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin Anayasanın 13. maddesi ile AİHM kararları bağlamında orantılı ve ölçülü oluşu,
  • tutuklama sebep ve koşullarında bu aşamada herhangi bir değişiklik olmaması, tüm bu nedenlerle bu aşamada adlî kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetimin sağlanamayacağı yönünde oluşan kanaat

gerekçe gösterildi.

Mahkeme aynı zamanda, iddianamede yer alan bir kısım tanıkların da bir sonraki celsede dinlenmek üzere hazır edilmelerine karar verdi.

Bir sonraki duruşma, 8-9 Ekim 2019 tarihlerinde görülecek.

3. Duruşma

Davanın ikinci duruşması 8 Ekim 2019 tarihinde görüldü.

İzleyici sıraları tamamen doluydu. Ayrıca basın, milletvekilleri ve uluslararası gözlemciler de duruşmada hazır bulundu.

Mahkeme, iddianamede yer alan bazı tanıkların bu duruşmada dinlenmesine karar vermişti. Tanıklardan biri mazeret bildirdiği, diğeri ise SEGBİS sisteminde yaşanan teknik aksaklıklar nedeniyle dinlenemedi. Tanıkların sonraki duruşmada dinlenmesine karar verildi.

Mahkeme heyeti başkanı, sanıkların sorgusu ile duruşmaya devam etti. Sanıklar, delillerin hukuk dışı toplandığını belirtip yine de açıklayacaklarını belirttiler. Osman Kavala, sorgusunun sonunda tahliye talebinde bulundu.

Sanıkların sorgusunun ardından söz alan avukatlar delillerin toplanmasında ve değerlendirilmesindeki hukuk dışılığı ve suçun maddi unsurlarının oluşmadığını izah ettiler. Sanıklar aleyhine tek bir delil bile bulunmadığını belirttiler. 

Savcının tutukluluğun devamını talep etmesinin ardından mahkeme heyeti karar için 15 dakika ara verdi. Mahkeme ara kararında, oybirliği ile Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına karar verdi. Bir önceki duruşmada, duruşmaya iki günlük süre ayrılmasına rağmen, Mahkeme Heyeti Başkanı duruşmanın tek bir günde tamamladı.

Bir sonraki duruşma, 24-25 Aralık 2019 tarihlerinde görülecek.

4. Duruşma

4. Duruşma

Davanın 4. duruşmasının görülmesine Silivri Cezaevi yerleşkesinde bulunan duruşma salonunda 24 Aralık 2019, saat 10:20’de başlandı.

Salonda cezaevinden getirilen Osman Kavala’ya refakat eden 13 jandarma ve yeraltından salona açılan girişin etrafına dizilmiş 50 kadar jandarma hazır bulundu.

İzleyiciler

Duruşmayı İnsan Hakları İzleme Örgütü, PEN Norveç Şubesi, Birleşik Krallık Barosu İnsan Hakları Komitesi, Hafıza Merkezi, Yurttaşlık Derneği, İnsan Hakları Derneği ve P24’ün de aralarında bulunduğu sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri izledi.

Ayrıca, İsviçre, İsveç, Hollanda, Fransa ve Almanya diplomatik misyonlarının temsilcileri ve Avrupa Parlamentosu Türkiye delegasyonu başkanı Sergey Lagodinsky da izleyiciler arasındaydı.

Yargılama

Mahkeme heyeti başkanı, geçen duruşmadaki salonun resmedilmesi kararının kamuoyuna yanlış aktarıldığını, çizerlerin salon dışına çıkarılması gibi bir talimatı olmadığını, kendisinin yalnızca salonun resmedilmesini yasakladığını ifade etti.

Tanık Polislerin İfadeleri

Gezi protestoları sırasında görevli olan 2 polis memuru, mahkeme heyetin ve savunma avukatlarının Osman Kavala ve diğer sanıklara atılı suç fiillerine ilişkin sorularına cevap vermek üzere tanık sıfatıyla dinlendi.

Kürsüye ilk gelen tanık, Gezi protestoları sırasında ekipler amiri başkomiser olarak görev yaptığını belirtti.

Biz, bize verilen görevi yapıyorduk. Dağılmaları yönünde 2911 sayılı kanun gereği anonslarımızı yaptık. İfademde geçen şahısları gördüm. Ancak, Ahmet şurada taş atıyordu. Mahmut Molotof yapıyordu gibi söyleyebileceğim bir şey yok.”

Mahkeme heyeti başkanı hakim; tanığa dosyadaki sanıkların “eylemlerin derinleştirilmesin yönelik basın açıklaması vs. eylemleri”, “polise saldırın, mukavemet edilsin tarzı bir çağrıları” olup olmadığını ve Gezi parkı protestolarını kimin organize ettiğini sordu.

Tanık, protestolar sırasında dışarıda görevli yaklaşık “300 rütbeli” güvenlik görevlisinin bulunduğunu ifade etti. Olaylara ilişkin kendi bildiklerinin, ekipler amiri sıfatıyla göstericilerin bireysel eylemliliklerine şahitlik etmekten ibaret olduğunu; bunun dışında, protestoları kimin yönlendirdiğine dair bildiklerinin zaten basında yer alan bilgiler olduğunu söyledi, Osman Kavala’yı ilk kez bugün duruşmada gördüğünü belirtti.

Hakim, tanığa “ilaç, gaz maskesi, gıda yardımı yapan bir yer gördünüz mü?” sorusunu yöneltti.

Tanık memur, bu konuya dair bildiklerinin söylentilerden ve basından duyduklarından müteşekkil olduğunu söyledi. Göstericilerin kullandıkları maskelere ilişkin “gazdan korur mu bilmiyorum. Çok fazla limon taşıyorlardı”, dedi.

Kavala’nın avukatı İlkan Koyuncu, savunma makamı adına tanığa sorular sordu:

“Olaylar sırasında Osman Kavala’yı gördünüz mü?”

“Hayır.”

“Polise şiddet olaylarında Osman Kavala’yı gördünüz mü?”

“Hayır.”

Tanığa soru sormak üzere savunma avukatı Bahri Belen söz aldı:

“Basın açıklaması yapanların içinde polise şiddet çağrısı yapan herhangi kimseyi gördünüz mü?”

“Hayır.”

“Siz bir güvenlik amiri ve tecrübeli bir polis görevlisisiniz. Maskeler vardı dediniz. Bu gaz maskelerini parayla satan kimseyi gördünüz mü?”

“Maskelerin satıldığını görmedim. Ama limon satıyorlardı.”

Daha sonra, Gezi protestoları sırasında Güvenlik Şube’de çalışan polis memuru kürsüye geldi. Hakim, tanığa “Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak görevli miydiniz? Orada ne kadar kaldınız, nelere şahit oldunuz?” sorularını yöneltti.

Tanık, sözlerine çalıştığı birimin görevini ve olaylarla ilişkisini anlatarak başladı:

“İstanbul Güvenlik Şube’de 2011-2016 yıllarında görev yaptım. 30’unda (30 Mayıs 2013) ve parkın boşaltılmasında görevliydim. Güvenlik şube, gerçek ve tüzel kişilerin kamuoyu oluşturmak amaçlı toplantılarını takip eder. Gezi olaylarında da çok sayıda basın açıklaması oldu. Sosyal medya takip ediliyordu. İstihbari notlar geliyordu. Eylemlerin şiddete dönüştüğü noktada, bunun sona ermesi için orantılı olarak müdahale eden Çevik Kuvvet’e refakat ediyorduk.”

Hakim, tanığa “saldırı eylemlerinin organize edilmesiyle ilgili” sanıklara dair bildiklerini ve gördüklerini sordu. Tanık cevap verdi:

“Benim birimim bunların cevabını verebilecek birim değil. Biz, gerçek olayları ve sosyal medyayı takiple görevliydik. Güvenlik Şube, toplumsal olayların gözle görülen kısmıyla ilgilidir. Güvenlik Şube’nin görevi müzakeredir. Ne istiyorlar, hangi sınırlar içinde bu sürdürülebilir, sonlanabilir (sorusuyla) ilgilenir. (…)

Osman Kavala ismini toplumsal olaylardan ziyade kamuoyundan bilirim. Gezi olaylarıyla ilgili (onu) hatırlamıyorum. Osman Kavala’yı şiddet olaylarında görmedim.”

Tanık, kendisine sanıkların Gezi olaylarına nasıl etki ettiğine dair soruya dair kanaatlerini paylaştıktan sonra, bunların açık kaynaklara dayalı bilgiler olduğunu söyledi, ekledi: “Tamamen açık kaynaklardan gözlemlerimi paylaştım.”

Hakim, tanığa Cezayir Restoran’ın Gezi protestolarıyla ilişkisini sordu. Tanık cevap verdi:

“O şekilde bir şeye şahit olmadım. Dışarıdan bağımsız kişilerin kendi malzemelerini getirdiğini gördüm. Burada kurumsal bir şey gözlemlemedim.”

“İstiklal Caddesi’ndeki binalardan olayların desteklendiğini gördünüz mü?

“Görmedim. Böyle bir şey olsa müdahale ederdik.”

Sanık Savunmaları

Tanıkların sorgusunun tamamlanmasının ardından, söz savunma makamına verildi. Söz alan sanıklar, cümlelerini kısa tuttular.

11:35 itibariyle, Osman Kavala kürsüye geldi:

“İzleyebildiğim kadarıyla tanıklar herhangi şiddet eylemine katıldığıma ve yönlendirdiğime dair bilgi vermediler. Diyeceğim bir şey yok.”

Mücella Yapıcı, “Aynı Osman Bey gibi, yaptığımız basın açıklamaları en temel haklarımızla ilgiliydi. Ben zaten yargılandım. Beraat ettim.” dedi.

Çiğdem Mater, “Dinlediklerimden anladığım kadarıyla, konunun bizimle alakası yok.” dedi.

Can Atalay, "Bir diyeceğim yok. 2013 Mayıs-Haziran arasında benim ya da arkadaşlarımın Taksim civarında olduğumuzu söylemelerine gerek yok. Çünkü biz ilk ifademizden beri Gezi Direnişi'nin bir suç olmadığını söylüyoruz." ifadelerini kullandı.

Yeniden kürsüye gelen Osman Kavala, MASAK (Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu) raporlarına dikkat çekerek, protestolara herhangi kaynak aktarımının olmadığını söyleyip ekledi:

"Sanık avukatları iddianamedeki dinlemelerin hukuksuz olduğunu, çalışmaların Gülencilikle suçlanmış görevlilerle yapıldığını ortaya koydu. 657 sayfalık bu iddianame suçluluğumu değil, suçsuz olduğumu gözler önüne süren bir belgedir. 26 tahliye talebim, benzer gerekçelerle reddedildi.”

Tutukluluğuna dayanak gösterilen kuvvetli suç şüphesinin makul olması gerektiğine dikkat çeken Kavala, dosyadaki olgularla suçlamalar arasında bir nedensellik ilişkisinin bulunması gerektiğini ifade etti. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile koruma altına alınan kişi özgürlüğü hakkından mahrum bırakılamayacağına dikkat çekti:

“Beni en temel haklarımdan mahrum bırakan bu hukuksuz ve ayrımcı uygulamaya son verilmeli.”

Avukatların Savunmaları

Savunma adına söz alan avukat Köksal Bayraktar, AİHM’in Kavala için “derhal tahliye” istemini içeren 10 Aralık 2019 tarihli kararının noter tasdikli çevirisinin mahkeme heyetine sunulduğunu belirtti. Kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. Maddesinin 1, 3 ve 4. Fıkralarıyla 18. Madde’ye aykırılığı ve hak ihlali tespit ettiğini vurguladı:

AİHM, kararında tutukluluk süresinin makul süreyi çok aştığını, bunun makul kabul edilemeyecek ve devam eden bir karar olduğunu belirtti.”

AİHM kararlarının yüzde 95’inin “hak ihlal edilmiştir” veya “hak ihlal edilmemiştir” formatında verildiğini belirten Bayraktar, AİHM’in söz konusu kararında bu kez “icrai bir yol gösterdiğini” ileri sürdü. AİHM kararını bir kez daha özetledi:

“AİHM diyor ki, bu tutukluluk süresi uzundur. Bu yüzden AİHS’in 5. Maddesi ihlal edilmiştir, diyor. Gezi olayları 25 Mayıs 2013’te gerçekleşmiştir. Ancak 18 Ekim 2017’de, yani 4 yıl 5 ay sonra gözaltı işleminin başlatıldığını söylüyor. (…)

AİHM şu mantığı yürütüyor: TCK 312’nin unsurları oluşmadığına göre bunun sonucunda tutuklama olamaz diyor. Tutuklama ile ilgili söz söylemeye gerek bile yoktur diyor. Açıkça, bu tutuklama hukuka aykırı, yanlış bir karar diyor. Ancak müvekkilimiz 2 yıldan fazla süredir tutukludur. Bu da müvekkilin alabildiğine mağdur olması demektir.

AİHM İnsan Hakları Komiseri diyor ki, Gezi Olayları’ndaki topluluk heterojen bir topluluktur. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz, müvekkilin bu topluluğun oluşmasında bir katkısı yoktur diyor.

AİHM’in bu önemli, tarihsel, Türkiye’nin toplumsal tarihindeki mihenk taşı niteliğindeki kararı doğrultusunda tutuklamanın hemen kaldırılmasını istiyoruz. Tanıklar da müvekkil ile eylemler arasındaki bir bağın olmadığını söylüyor.

AİHM bir ihlali açıkça ortaya koymuş ve tarihi bir karar vermişse, siz adil Türk mahkemesinin de bu doğrultuda karar vermesi haksızlığın önünde önemli bir karar olacaktır.”

Avukat Deniz Tolga Aytöre, iddianame referans verilen delillere dikkat çekti:

Hukuka aykırı elde edilen deliller yeniden kıymetlendirildi. Bunları yaratan kişiler kaçaktır. Kaçak kişilerin ürettiği deliller gerekçe gösterilerek müvekkilim kaçma şüphesiyle tahliye edilmiyor.”

Mahkemenin kararın kesinleşip kesinleşmediğine dair Adalet Bakanlığı’na yazı yazmasına ilişkin, “Bu kararın kesinleşmesini beklemek Kavala’nın 1 yıl daha cezaevinde kalması demek.” ifadelerini kullandı.

Daha sonra söz alan Kavala müdafi İlkan Koyuncu, huzurda dinlenmeyen tanık Murat Pabuç dinlenmemeden halihazırdaki yargılamanın bitirilemeyeceğini ileri sürdü. Kavala’nın tutukluluğuna ilişkin “AİHM karar vermese dahi, 2 tanığın beyanatlarının ışığında Kavala’nın tahliye edilmesi gerekirdi.” dedi.

Katılma Talepleri

Duruşmada en uzun tartışılan konulardan biri çeşitli kişilerin ve kamu kurum ve kuruluşlarının katılma talepleri oldu. Yiğit Aksakoğlu’nun avukatı Turgut Kazan, 89 özel kişi, T.C Hazinesi ve bir bankanın davaya katılmasına itirazlarını dile getirdi. Mağdurların davaya katılabilmeleri için duruşmadan haberdar edilmeleri gerektiğini ifade eden Kazan şöyle konuştu:

“İddianameye bakıyoruz mağdurlar var. Soruşturma aşamasında hadi gereği yapılmadı; ama kovuşturma aşamasında duruşmadan haberdar edilme hakkı vardır. Sayın başkan, sayın üyeler bu yok sayılmış, hala yok sayılıyor… Hiçbir gerekçeyle asla ihmal edemezsiniz.

Bu, emredici bir kuraldır. Mağdurlar 5 yıl boyunca çağrılıp dinlenmemişlerdir. 3 ayrı başkan zamanında da haberdar bile edilmemeleri olacak şey değil. Ben buna şaşırdım. Ben dosyada çağrının mutlaka olduğunu sanıyordum. UYAP'tan bakıyoruz yok. Dosyaya bizzat baktım. ”

Kazan, savlarını destekleyen Yargıtay kararlarını içeren bir dilekçeyi heyete sunduklarını ifade etti.

Daha sonra söz alan avukat Köksal Bayraktar, devletin her suçtan dolayı zarar gördüğünü, Cumhuriyet savcısının salonda bu nedenle bulunduğunu söyledi. Suç fiili ve fail arasında bir nedensellik bağı olması gerektiğini ifade eden Bayraktar, bu bağın Hazine için söz konusu olmadığını ileri sürdü.

Osman Kavala müdafi İlkan Koyuncu, mahkemenin katılım taleplerini bir an önce sonuçlandırmakla, davayı hüküm aşamasına getirerek AİHM kararının altının boşaltmaya çalıştığını ima etti:

“(Halizhazırdaki) mahkeme çeşitli illerdeki mahkemelere katılma taleplerine ilişkin müzekkereler yazdı. Bu süreç devam ediyor.

Anlıyorum ki heyet acele ediyor. Dosyası mütalaaya verip hüküm vermek istiyor.”

Avukatların savunmalarını tamamlamalarının ardından, iddia makamı Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamını istedi.

Karar

30. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti;

  1. 89 özel kişi, Hazine ve İş Bankası’nın davaya katılım taleplerinin “suçtan zarar görme ihtimallerine binaen” kabulüne,
  2. Tanık Murat Pabuç’un “hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi tanık için tehlike oluşturacağı” nedeniyle 25 Aralık 2019’da 30.Ağır Ceza Mahkemesi’nin Çağlayan’daki duruşma salonunda dinlenmek üzere hazır bulunmasına,
    • Davanın taraflarının mahkeme heyetine bildireceği sorulara cevap vermek üzere, tanığın 20 Ocak 2018 tarihinde yine Çağlayan’da hazır bulunmasına,
  3. Osman Kavala hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2.Dairesi’nin 10 Aralık 2019 tarihli kararına ilişkin 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığı’na yazılan müzekkere cevabının beklenmesine,
  4. Sanıklar hakkındaki adli kontrol taleplerinin kaldırılması talebinin reddine,
  5. AİHM’in 2. Dairesi’nin kararının “nihai bir karar niteliğinde bulunmadığı gözetilerek” Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına,

karar verdi.

 

Davanın bir sonraki duruşması 28 Ocak 2020’de Silivri’deki 1’nolu duruşma salonunda saat 10:00’da görülecek.

 

6. Duruşma

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 7. duruşması Silivri Cezaevi yerleşkesinde bulunan duruşma salonunda 28 Ocak 2020, saat 10:45’te görüldü.

 

İzleyiciler

Duruşmayı Birleşik Krallık, İtalya, Almanya diplomatik misyonlarına mensup temsilciler; Uluslararası Barolar Birliği (International Bar Association), Goethe Enstitüsü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Heinrich Böll Vakfı ve çeşitli ülke ve kurumlardan gözlemciler izledi.

Mahkeme heyeti başkanı dosyaya giren belgeleri okudu. Bakanlığın AİHM’in “derhal tahliye” kararına Adalet Bakanlığı’nın 26 Aralık 2019’da cevap verdiği, “kararın kesinleşmediğin belirtildiği” tutanağa geçirildi.

 

Yargılanan Hak Savunucularının Avukatlarının Savunmaları

Hak savunucularının avukatları gerekçelerini sıraladıktan sonra mahkeme heyetini reddettiklerini beyan ettiler:

 

Avukat Köksal Bayraktar

 

Köksal Bayraktar, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 58. maddesinin 3. fıkrasındaki, tanığa dair “soru sorma hakkı saklıdır” hükmünün, kanunda çapraz sorgunun bir uzantısı olarak bulunduğunu savundu. Bu hakkın tanık Murat Pabuç’un sorgulandığı duruşmalara savunma makamının katılmamış olması nedeniyle mahkeme heyeti tarafından ihlal edildiğini söyledi.

 

Yargılamanın bir tarafı olan savunma makamı olarak sahip oldukları “duruşmada hazır bulunma hakkı”na iddia makamı olarak cumhuriyet savcısının da sahip olduğunu vurguladı. Bu hakkın, “hayati tehlike” gerekçe gösterilerek savunma makamına tanık Murat Pabuç’un dinlendiği kapalı duruşmada tanınmadığını; bunun “ses ya da görüntü aktarımıyla” da yapılmadığını belirtti.

 

Ceza Muhakemesi’nin ilkelerinden silahların eşitliği ilkesini hatırlattı:

 

Ceza yargılaması uyarınca savcı ile savunma makamı eşittir. Bu silahların eşitliğine ve Anayasa'daki eşitlik kuralına aykırıdır. Diyorsunuz ki; "burada hayati tehlike vardır." Hangi hayati tehlike? Bunu neden açıklamıyorsunuz? Pabuç ile bizim aramızda geçmişte nasıl bir olay geliştir de tehlike arz ediyoruz? Bunu açıklamanız lazım. “

 

Av. Bayraktar, tanık Pabuç’un dinlenmesi yoluyla 25 Aralık ve 20 Ocak tarihlerinde elde edildiği iddia edilen delillerin yukarıdaki nedenlerle, kanuna aykırı deliller olduğunu savundu.

Mahkeme heyetinin bu pratiğini kabul etmeleri durumunda yargılama yapmaya gerek kalmayacağını; tanığın savunma makamından gizli dinlendiğini, tanığın ifadelerinin bazı avukatlara gönderilmediğini, kanuna aykırı delillerin “aynı zamanda kaçırılmak istendiğini”; bunun “Türkiye’nin en büyük 12 barosu tarafından da ortaya konduğunu”, bu nedenlerle mahkeme heyetinin reddinin gerektiğini ifade etti.

 

Avukat Turgut Kazan

Yiğit Aksakoğlu’nun avukatı Turgut Kazan söz aldı.

Mahkeme heyetine verdiği dilekçede, “hayati tehlike” gerekçesiyle kapalı duruşmada dinlenen tanık Murat Pabuç’un savunma avukatlarına Linkedin isimli sosyal medya platformu aracığıyla “davet gönderdiğini” ve “bağlantı kurmak” istediğini daha önce açıkladıklarını, bunun bilinmesine rağmen tanığın kapalı bir oturumda dinleme yolunun tercih edildiğini vurguladı.

Linkedin üzerinden başka kişilerle bağlantı kurmak isteyen kullanıcılara, bu platformun “Sizin bilgilerinize ulaşabileceği için yalnızca tanıdığınız kişilere davet gönderin.” uyarısında bulunduğunu hatırlattı. Bu bilgi ışında savunma avukatına “bağlantı kurma” isteği gönderen tanık Murat Pabuç’un mahkeme heyetini yanılttığını, aksine, kendisinin “avukatlara tehlike yarattığını” ileri sürdü.

Kazan, Pabuç hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğini söyledi.

 

Avukat Mehmet Durakoğlu

İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu söz aldı:

"Önceki celsede verilen kararda akıl sağlığı tartışmalı olan kişiyi savunmadan kaçırarak ifade aldınız. Biz İstanbul Barosu tarihine böyle bir utancı yazmak istemiyoruz. Burası yüksek güvenlikli bir yer bunu geçiyorum ama avukatlar hiçbir biçimde olayın, sanığın, tanığın kendisiyle özdeşleştirilebileceği kişiler değildir. Bu konunun zabıtlara geçmesinin savunma tarihi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.

Heyetinizin vaktiyle özel olarak kurulmuş olması, uygulamaların da bizim açımızdan çok özel anlamlar teşkil etmesi dolayısıyla bugün itibariyle tahammül noktasını geçtiğinizi özellikle vurgulamak istiyorum. Bu karardan dönülmesini ve bu hukuka aykırı delilin dosyadan çıkarılmasını aksi halde meslektaşlarım tarafından dile getirilen reddi hakim talebinin yerine getirilmesini talep ediyorum."

 

Avukat Fikret İlkiz

Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın avukatı Fikret İlkiz; “dosyaya ne şekilde girdiğini bilmedikleri”, 17 Aralık 2019 tarihli bir savcılık yazısında Murat Pabuç’un “ifadesinin tamamının olmadığının söylendiğini” belirtti:

“Kim yolladı bilmiyoruz. Özellikle ifadenin belli bir yerine gelindiğinde, 28 Mart 2016'da (ifadeye) ara verilmiş. Ara verildikten sonra, 31 Mart 2016'da devam etmiş. Arada kalan günlerde ne oldu? Siz sormadınız. Biz olsaydık sorardık. “Bunu nasıl sormazsınız” diye size sorma gereği duymuyorum.

Bunlara rağmen Murat Pabuç sizin için bulunmaz bir tanık haline geldi. Size hiç güvenimiz yok. Biz Gezi'yle ilgili olarak "yapmadım, etmedim, bilmiyoruz" demiyoruz. Herhangi birini bizim yüzümüzden tutuklu tutmayın.

İlkiz, mahkeme heyetinin Murat Pabuç ile alakalı tavrı nedeniyle heyeti reddettiklerini söyledi.

 

Avukat Hasan Fehmi Demir

 

Yiğit Ali Ekmekçi’nin avukatı Hasan Fehmi Demir, CMK’nın 58. maddesinde "tanıklar, karar alınması halinde taraflar olmadan da dinlenir, bu halde sesli görüntülü kayıt yapılır" ibaresinin bulunduğunu ve mahkeme heyetinin kanuna aykırı hareket ettiğini ifade etti.

Mahkeme heyetinin ilk duruşmadan bu yana “dava dosyasına gelen belgelerin okunması konusunda da usule uymadığını” gördüklerini söyledi. Davaya katılmak veya şikayetçi olmak istemediklerini belirten kişilerin mahkeme heyetince davaya dahil edildiğini hatırlattı. Bu nedenlerle “mahkeme heyetini reddettiklerini” söyledi.

Mevlüt Saldoğan, Ali İsmail Korkmaz'ın katili. Eyleminden ötürü 13 yıl hapis cezası almış. Saldoğan ‘Eskişehir'de Ali İsmail Korkmaz'ın ölümü nedeniyle beni suçladılar, ceza aldım, KHK ile çıktım.’ diyor. Aile birliği bozulmuş, işsiz kalmış.  

Siz bir katili, katil olduğu için dosyaya katmış ..."

 

Mahkeme başkanı araya girdi. "İddianameye bakarsanız polise taş attıkları için kabul ettik" dedi.

Ali İsmail Korkmaz'ın izleyiciler bölümünde bulunan annesi, heyet başkanının da duyacağı şekilde “Ben Ali İsmail’in annesiyim.” diyerek tepki gösterdi: Mahkeme heyeti başkanının “acınızı anlıyorum” diye cevap vermesi üzerine izleyiciler bölümünden tepkiler geldi.

Avukat Hasan Fehmi Demir devam etti. Murat Pabuç’un ismini Murat Eren olarak değiştirdiğini hatırlattıktan sonra şöyle konuştu:

“Ya sahte kimlikle ifade verdi ya siz dosyaya gelen bilgileri bilmiyordunuz, okumadınız ama sanmıyorum, ya da Murat Eren olduğunu biliyorsunuz ama Murat Pabuç olarak tutanağa geçtiniz. Bu suçtur. Bu suçu bilerek işlemediğinizi düşünüyorum. Ama sahte bir kişiyi dinlediniz.

Mahkemenizin reddini gerektiren başka bir unsur; mahkemeniz üç celse önce Kavala'nın tahliye talebini reddederken bunun AİHM'in kararlarına uygun olduğunu söylüyor, saygılı olduğunu söylüyorsunuz. Ama bu normlara uygun olmadığı, gerekçenizin uygun olmadığı ortaya çıkıyor. Bu sefer ‘kesinleşmediğine’ sığınıyorsunuz.

Sadece sizin, Murat Pabuç ya da Murat Eren ya da Murat Pabuç sahte kişi mi diyelim, hayali tanık mı diyelim... Bu kişiyi dinlemenizden ibaret değil, heyetiniz başından beri kanuna aykırı tutum almaktadır.

Sizi ve iki üyenizi ayrı ayrı reddediyorum.”

 

Av. Hürrem Sönmez

Çiğdem Mater’in avukatı Hürrem Sönmez Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ihlal edildiğini vurguladı. Tanık Murat Pabuç’un kendi kaleme aldığı kitabında, “borderline ve paranoid kişilik bozukluğu” sebebiyle Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nde teşhis konduğunu ve tedavi gördüğünü açıkça anlattığını; mahkeme heyetinin bu konuya ilişkin bir bilirkişi raporu alabilecek olmasına rağmen bunu yapmadığını söyledi. Hastalığa ilişkin bilgiler vererek sanığın beyanlarını ele aldı:

"Paranoid kişilik bozukluğuna sahip bireyler ellerinde yeterince sebep olmaksızın başkalarına karşı kuşku beslerler. En ayırt edici özellikleri güvensizliktir. Başkalarını tehdit olarak algılarlar. Gerçeğe uygun olmayan düşüncelere sahiptirler ve bunları empoze etmeye çalışırlar. Bu görüşleri, çevrelerinde de kabul görebilir.

 

Biz bunu sizin mahkemenizde yaşadık. M.P'nin ifadeleri kabul gördü, iddiaları bizim huzurumuzda tartışılmaksızın kabul edildi, her tür usûli kural yok sayılarak kendisi dinlendi. Tanığın sağlık probleminden kaynaklı birtakım hezeyanları sayın mahkemeniz tarafından ciddiye alınmıştır.  Öyle ki, bizim göremediğimiz ve tanığın teslim ettiği gaz maskesi adeta formülü gizli bir kimyasal silah gibi, bir bilirkişi raporu alınmıştır. Rapora göre, bunlar Karaköy'e gidilse alınabilecek bir gaz maskeleridir.

 

Sayın mahkemeniz, psikolojik rahatsızlıkları olduğu anlaşılan tanığın ifadelerinden yola çıkılarak kıymetlendirilen deliller vesilesiyle savcılığın iddianamesinde yer verdiği uluslararası bağlantılar, finansal ilişkiler iddialarına dayanak bulma gayretindedir.

 

Avukat Sönmez, müvekkilinin de aralarında bulunduğu 3,5 milyon insanın Gezi Parkı’nın park olarak kalması ve yurttaş olarak haklarının tanınması için protesto haklarını kullandıklarını söyledi. Tanık ifadesinde “ortaya dökülmeye çalışılan gizli ilişkilere” gerek olmadan, 2013 Haziran’ında yaşananların açık olduğunu ifade etti.

 

Ama bu mahkemeniz tarafından katılma taleplerinin değerlendirilmesi sırasında kurulan ilişki bizim için anlaşılmazdır. Ali İsmail Korkmaz'ı öldürdüğü için mahkum edilen eski polis Mevlüt Saldoğan'ın bu davaya müdahil olarak kabul edilmesi bizim için anlaşılmazdır. AİHM kararına rağmen Kavala'nın tutukluluğuna devam kararı verilmesi adil yargılama ilkesinin çiğnendiğinin göstergesidir. Biz de Murat Pabuç'un huzurda dinlenmesi talebinde bulunuyoruz, aksi takdirde biz de tarafsızlık ilkenizi kaybettiğiniz gerekçesiyle mahkemenizi reddediyoruz."

 

 

Avukat Aynur Tuncel Yazgan

 

İnanç Ekmekçi’nin avukatı Aynur Tuncel Yazgan söz aldı. Murat Pabuç’un kaleme aldığı kitabı eline alıp, mahkeme heyetinin dikkatine sunduğunu ifade etti. Kitaptan, tanık Pabuç’un borderline ve paranoid kişilik bozukluğunun bulunduğunu yazılı olduğu kısımları okudu.

 

Tanık hakkında, kendisini mahkeme heyetine 25 Aralık 2019’da bilirkişi gibi sunduğu için, ‘mevcut dava dosyasında delil uydurarak iftirada bulunmak’ isnadıyla Türk Ceza Kanunu’nun 267. maddesinin 2. fıkrası uyarınca suç duyurusunda bulunduğunu beyan etti.

 

 

Avukat Kaan Karcılıoğlu

 

Mehmet Ali Alabora, Handan Alabora ve Meltem Arıkan’ın avukatı Kaan Karcılıoğlu söz aldı.

 

Dilekçelerinde bildirdikleri mazeretin duruşmada okunmadığını ifade etti. İletişim kayıtlarının taleplerine rağmen kendilerine verilmediğini; bu nedenle kayıtların üzerinde oynanıp oynanmadığının tespitini yapmalarının mümkün olmadığını söyledi.

 

Müvekkili Mehmet Ali Alabora hakkındaki iddialara ilişkin daha önce takipsizlik kararı verilen dosyaların mevcut yargılama dosyasına celbini talep ettiklerini ancak taleplerinin değerlendirilmediğini ifade etti.

 

Üçüncü duruşmada sundukları dilekçede yazılı ve sözlü olarak belirttikleri Adalet Bakanlığı'ndan gönderilen yazının ne olduğunun bilinmediğini ileri sürdü. Bu yazıya göre; Adalet Bakanlığı’nın yakalama emri mi çıkarılacağını yoksa müvekkillerinin ifadesinin istinabe yoluyla mı alınacağını mahkemeye sorduğunu söyledi. Bakanlığın Alabora’ya ilişkin böyle bir başvurusunun olup olmadığının mahkemece Adalet Bakanlığı’na sorulması taleplerini tekrar etti.

 

 

Tora Pekin

 

Hakan Altınay’ın avukatı Tora Pekin söz aldı. Heyetin reddi taleplerine katıldığını ifade etti.

 

Mahkeme heyetinin duruşma sırasında eskiz çizilmesini yasaklamasına değindi:

 

“Duruşmadaki ressamların kanuna aykırı olduğunu belirterek yasakladınız. Ama CMK'da bu da belli. Her tür yazılı veya görüntülü kayıt alınan nakil imkanı olan aletler kullanılamaz. Ama burada kağıt ve kalem var.

Mesele yorum değil. Mesele, sizin Türkçe sözcükleri ve anlamlarına aykırı kullanımız. Bu şekilde nasıl yargılama yapacağız?

İkinci bir sorun soru sorma yasağı. Tanıklara soru sorarken Av. İlkan Koyuncu'ya "yönlendirici soru sormayın" dediniz ama sizin tanıklara sorduğunuz sorular arasında yönlendirici olmayan bir soru yok. Metnin dökümünde nidalar var. Bir heves olduğunu görüyoruz. Siz "böyle değil" diyebilirsiniz ama eğer yasaya uygun şekilde biz de duruşmada olsaydık biz de tartışabilirdik. Sizin tarafsızlığınıza kuşku düşmüştür.

Bu nedenle reddi hakim talebinde bulunacağım."

 

Mahkeme heyeti reddi hakim taleplerini değerlendirmek üzere duruşmaya ara verdi.

Heyet ara kararında, reddi hakim taleplerini CMK 23-24’e dayanmadığı gerekçesiyle ayrı ayrı reddetti.

Heyet başkanı, söz isteyen avukatlara söz vermek istemedi. Daha sonra bunu kabul etti.

 

Avukat Deniz Tolga Aytöre
Aytöre, heyetin reddi hakim talebi reddine itiraz ettiklerini söyledi:

“Gerekçenize itiraz ediyoruz. 58/3'ten rücu etmediğinizi görüyoruz. Yani tanığın hayati tehlikesini tahmin etmeye yönelik kararınız kabul edilebilir değildir." Avukatlar salonu terk ediyor.

Avukatlar salonu terk etti. Bunun üzerine izleyiciler bölümünden alkış sesleri yükseldi. Mahkeme heyeti başkanı önce alkışlayanların, daha sonra izleyicilerin tamamının dışarı çıkarılması talimatı verdi.

İzleyicilerin dışarı çıkmasıyla salonda sadece yargılanan hak savunucuları ve uluslararası gözlemcilerin bulunduğu bölümdeki kişiler kaldı.

İzleyicilerin salondan çıkışları sırasında da alkışın sürmesi üzerine mahkeme heyeti duruşmaya ara verip salondan ayrıldı.

 

Yargılanan Hak Savunucularının Savunmaları

Mahkeme heyeti başkanı sözü tutuklu Osman Kavala’ya verdi.

Osman Kavala, tanık dinlemesi yasaya uygun yapılmadığı halde kendisine sorular sormak istediğini söyledi. Müsaade edilirse tahliyesine ilişkin talepte bulunmak istediğini söyledi.

Mahkeme heyeti başkanı Kavala’ya “Tanık beyanına karşı susma hakkınızı kullanabilirsiniz.” dedi.

Kavala devam etti:

“Hükümete karşı ayaklanma, bir ayaklanmayı finanse ettiğime dair tek bir kanıt yok. Faaliyetlerim yasal haklarım çerçevesindedir. İddianamede yer alan gizlilik içeren, gizleme kaygısı ima edilmiş hiçbir unsur yok. Bu nedenle gizlenmiş bir bilginin mevcut olduğunu düşünmek hukuki akıl yürütmek değildir. AİHM kararında da belirtildiği gibi delil olmaksızın kişinin özgürlüğünden mahrum edilmesi ciddi bir hak ihlalidir. İlk tutuklamadan sonra tutukluluğun uzatılması ihlalidir ve mahkemenin sorumluluğunu artırmaktadır. Benim durumumda, AİHM'in derhal bırakılmama ilişkin karardan sonra, kararın ‘kesinleşmediği’ gerekçesiyle bu ihlale devam ediliyor. Tutuklama kararının hak ihlali olduğu hükmünün oybirliği ile alınmış olması, kararın hukuki gerekçelerinin göstergesi.

Bu kararla birlikte AYM'nin aynı konuda almış olduğu kararın artık geçersiz hale gelmiş olması, bu nedenle de mahkemenizin son tutuklama gerekçeleri arasında AYM kararından söz edilmemesi AİHM kararının ağırlığının ve işlerliğinin somut göstergesidir.

Buna rağmen mahkemenizin AİHM'in kesin hak ihlali olduğuna dair kararını görmezden gelmesi anlaşılabilir değildir. AİHM kararı geçerli bir karardır ve değişmediği sürece mahkemeniz AİHS'ni ihlal eden bir merci olarak görülecektir.

AİHM kararına rağmen tutukluluğumda ısrar etme davranışınızın davanın sonucunu da etkilemesinden büyük endişe duyuyorum. Bu davranış mahkemenizin adil karar verme yetisini bozan fiili bir durum yaratmakta, hakkımda ağır bir karar verme yönünde bir baskı yaratmaktadır. Tutukluluğumun kaldırılması sadece üç yıl süren hukuksuzluğa son vermiş olmayacak, mahkemenin bundan sonraki süreçte AİHM içtihatlarına uygun şekilde yürütülmesine imkan sağlayacaktır.

 

Yargılanan diğer hak savunucuları Mücella Yapıcı, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Aksakoğlu ve Yiğit Ekmekçi'ye söz hakkı verildi, avukatlarının yokluğunda beyanda bulunmayı uygun görmediklerini, bunun hukuka aykırı olacağını ifade ettiler.

 

İddia makamı

Duruşma savcısı, dosyanın gelmiş olduğu aşama ve dosya kapsamı gereğince esas hakkındaki mütalaayı hazırlaması için süre verilmesini ve Osman Kavala'nın da tutukluluk halinin devamını talep etti.

Karar için ara verildi.

 

Ara Karar

30. Ağır Karar Ceza Mahkemesi ara kararında; (1) dosyanın esas hakkında mütalaanın hazırlanması için savcılığa tebliğine, (2) soruşturmanın genişletilmesi talebi reddine, (3) davaya katılan polisler hakkındaki katılma kararından rücu edilmesi talebinin reddine, (4) adli kontrol tedbirlerinin kaldırılması talebinin reddine, (5) AİHM kararının kesinleşmediğinin bildirilmiş olması, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali bulunmadığı kararına da istinaden, Kavala'nın tutukluluğunun devamına karar verdi.

Bir sonraki duruşma 18 Şubat'ta Silivri’deki 1’nolu duruşma salonunda saat 10:00’da görülecek.

 

 

7. Duruşma

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 7. duruşması 18 Şubat 2020’de Silivri Cezaevi yerleşkesinde bulunan duruşma salonunda gerçekleşti.

 

İzleyiciler

 

Duruşmayı aralarında İsveç, Hollanda, İtalya’nın bulunduğu diplomatik misyon temsilcileri, çok sayıda yerli ve yabancı sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile siyasi partilere mensup temsilciler ve milletvekilleri izledi.

 

Yargılama

Mahkeme heyeti başkanı, 28 Ocak'taki son duruşmadan bu yana dosyada yaşanan gelişmeleri okudu.

Osman Kavala güvenlik güçleri eşliğinde salona getirilirken izleyiciler alkışlarıyla desteklerini sundu.

Savcı, “yargılamanın uzatılmasına yönelik taleplerin” reddedilmesi istedi. Celse arasında dosyaya eklenen mütalaasını okudu. Mütalaada Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı için ağırlaştırılmış müebbet; diğer 6 sanık için de iddianamedeki diğer suçlardan cezalandırma talep etti.

Yiğit Aksakoğlu'nun avukatı Turgut Kazan söz alarak, savcının savunmanın taleplerini görmeden, bu talepleri “uzatma amacıyla verilmiş” olarak nitelediğini ifade etti.

Mahkeme heyeti başkanı Osman Kavala’yı son sözlerini söylemesi için kürsüye çağırdı. Avukatları, bunun usule aykırı olduğu gerekçesiyle müdahale ettiler.

Avukatların Beyanları
Osman Kavala'nın avukatı Köksal Bayraktar söz aldı:

Savunmadan önce acil bir durum vardır. Esas hakkındaki mütalaada istatistiki olarak iddia makamı müvekkilimle ilgili dokuz sayfa içerisinde ikisi tam sayfa olmak üzere tam 11 kopyala-yapıştır yapmıştır.

Siz ve iddia makamı genellikle duruşmalardan sonra bizim tahliye taleplerimize karşı verdiğiniz kararlarda hemen hemen hep aynı cümleleri söylüyorsunuz. Aynı şeyi son duruşma zaptında da görüyoruz.

928 günden bu yana tutuklu olan müvekkilimin tutukluluğu AİHM kararına aykırıdır. AİHS'e (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) aykırıdır. Bir tarafta insan haklarının ihlal edildiği gerçeği, bir tarafta sizin beklettiğiniz gerçeği var.”

Bayraktar, 10 yıl AİHM yargıçlığı yapmış bir milletvekili tarafından hazırlanan, dosyada bulunan mütalaaya değindi. Mütalaada bulunan “kararın kesinleşmesini beklemek, tutukluluğun sonuçlarının büyümesine neden olacaktır. Kavala davasında da karar iyi niyetle uygulanmalı ve Kavala serbest bırakılmalıdır” ifadelerini vurguladı, ekledi:

“AİHM üç ay beklenmesi gerektiğini bilmiyor mu? Boşuna mı “derhal serbest bırakın” diyor. Sizler hukuka, insan haklarına, insan sevgisine sahipseniz hukuka aykırı durumun devam etmesine herhalde seyirci kalamazsınız. Böyle bir karar, bu açık ihlal görmezlikten gelinemez. Türk toplumu kararı görmezden gelmiyor. Sadece burada değil, tüm Türkiye’de konuşuluyor.”

Bayraktar; dosyadaki deliller, tanıkların beyanları ve ses kayıtlarının kanuna aykırı olduğunu söyledi:

“Bu delilleri parantez içinde yazıp tutukluluğun devamı olarak gösteriyorsunuz. Buna dayanmanız son derece hatalıdır. Delillerin ne olduğunu ortaya koymadan tutukluluğun devamın adil yargılama hakkına aykırıdır. Osman Kavala'nın tutukluluğunun bir an önce son bulması için, mütalaadaki bu durumu sürmesi talebini reddettiğimizi söylemek isteriz.”

Avukatlar Kaan Karcılıoğlu, Evren İşler, Aynur Tuncel Yazgan ve Hürrem Sönmez söz alarak kendi tanıkların dinlenmesini talep ettiler. Mahkemenin istenilen delillerle ilgili bir karar vermediğini ifade ettiler.

Avukat Bahri Belen; iddianame ve delillere göre sanıkların sorgularının tamamlandığını ancak sanıkların savunmasına yönelik lehteki delillerin toplanmadığını, dinlenmiş olan tanıklardan sonra savunma makamının tanıklarının dinlenmediğini; bunlar dinlendikten sonra taraflara ne diyeceklerinin sorulmasının gerektiğini, söyledi.

"Tahkikat aşaması davamızda tamamlanmamıştır. Usule aykırı dinlenen bir tanık var. Size göre usule uygun olabilir. Ancak bizim tanıklarımız dinlenmedi. Yazılı belgeler tartışılmadı. İki tane polis ve Murat Pabuç tanık dinlendi. Gaz maskesinden bahsetti ifadesinde Pabuç. Bu maske salona getirilmedi. Bu maskeyi kim satın aldı, kim kullandı, Gezi'ye katılanlarına maskesine benziyor mu? Bunlar sorulmadı, çünkü mahkeme önüne getirilmedi.”

Avukat Turgut Kazan bazı avukatların duruşma salonu dışında kaldığını, içeriye giremediğini söyledi. Mahkeme başkanı, "Meraklı seyircilerin yerine onları alabiliriz" diye cevap verdi. İzleyiciler tepki gösterdi. Mahkeme başkanı “'meraklı' yerine 'duyarlı' şeklinde düzeltelim.” dedi.

Ses kayıtlarının mahkemeye getirilmesi gerektiğini söyledi. Ses kayıtları olmadan hüküm kurulamayacağını ileri sürdü.

Yiğit Aksakoğlu'nun avukatı Serdar Laçin, gözaltı sırasında müvekkilinin telefonuna el konulduğunu ancak bununla ilgili herhangi inceleme yapılmadığını belirtti. Esas hakkında savunma yapabilmeleri için bu incelemenin gerekli olduğunu vurguladı. Aksakoğlu’nun mütalaada “siddetsizeylem.org” web sitesinin sahibi olarak gösterildiğini, bunun tespiti için bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğini söyledi.

Osman Kavala'nın avukatı İlkan Koyuncu da deliller tartışılmadan savunma yapmayacaklarını, Murat Papuç'un, usulüne uygun biçimde, avukatların da hazır bulunduğu bir duruşmada dinlenmesi gerektiğini ifade etti. Pabuç’un sunduğu gaz maskesi üzerinde inceleme yapılması gerektiğini söyledi.

"Heyetiniz Adalet Bakanlığı'nın AİHM kararının kesinleşmediğini söylediğini aktarıyor. Adalet Bakanlığı böyle demiyor. Bakanlığa yazı yazarak kararın kesinleşip kesinleşmediğinin sorulmasını istiyoruz.”

Yiğit Ali Ekmekçi'nin avukatı Emel Ataktürk Sevimli müvekkili ile ilgili suçlamalar hakkında konuştu:

"Müvekkilimle ilgili iki suçlama var. Bunlardan ilki yurtdışında ithal edilen biber gazına ambargo koyulmasını sağlamak ve kamuoyu gündemine getirmek. Bunlar suç değil. Bu yargılamanın bu delillerle sürdürülmemesi gerekirdi. Yeniden kıymetlendirme müessesini inceleyerek, buna uygun bir karar alınması, yargıçlarla ilgili soruşturma - kovuşturma evrakını getirtilerek değerlendirme yapılması gerekirdi. Bu aşamaya kadar hiçbiri getirtilmedi, tartışılmadı. Hukuka aykırı delillerin nasıl bir soruna yol açtığı karara bağlanmadı.”

"Biber gazının insan sağlığı üzerindeki etkinin saptanabilmesi için Türk Tabipleri Birliği ve TİHV'den görüş alınmasını istiyoruz. Savunmaya kapalı gerçekleştirilen iki celseye ilişkin sesli ve görüntü kayıtlarının tarafımıza verilmesini istiyoruz."

Mahkeme heyeti verdiği 15 dakikalık aradan sonra sanıkların ve avukatlarının tüm taleplerini reddetti.

Söz alan yargılanan hak savunucuları da savcının esas hakkındaki mütalaasına karşı süre talebinde bulundu. Talepler reddedildi.

İzleyiciler bu kararı duruşmayı izleyenler alkışlarla protesto etti. Mahkeme heyeti salonu terk etti. İzleyicilerin salondan çıkarılması talimatı verdi. Ayrıca, avukat Özgür Karaduman’ın da çıkarılması talimatı verdi. Avukatlar, kararın yazılı olması gerektiğini ileri sürerek talimata itiraz ettiler. İzleyiciler de salonu terk etmedi.

Duruşma salonuna giren kalkan ve kasklarla teçhiz edilmiş güvenlik güçleri avukatların etrafını sardı. Dışarı çıkan izleyiciler geri geldi. Avukatlar yeniden yerlerini aldı.

Hak Savunucularının Yargılamadaki Son Sözleri
Çiğdem Mater, mahkeme heyetine “Siz bu iddianameyi ve mütalaayı okudunuz mu?” sorusunu yöneltti. Heyet başkanı “Heyete soru sormayın.” diye yanıt verdi. Bunun üzerine Mater, “Okusaydınız siz de itiraz ederdiniz. Umarım gerçekten hukuktan bahsedebileceğimiz bir karar duyarız. Beraatimi talep ediyorum.” dedi.

Yiğit Ali Ekmekçi “Adaletli bir karar olmasını istiyorum.” dedi.

Mine Özerden: “Son sözüm, beraatimi talep ediyorum. Her şey çok saçma çünkü.” dedi.

Karar
30. Ağır Ceza Mahkemesi; Osman Kavala’nın tahliyesine, Türkiye’de bulunan hak savunucuları Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi'nin beraatına karar verdi.

Yurtdışında bulunan Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Handan Meltem Arıkan, Hanzade Germiyanoğlu, Mehmet Ali Alabora, İnanç Ekmekçi ve Gökçe Yılmazsu hakkındaki yakalama kararlarının kaldırılmasına ve bu kişilerin yargılanmasının ayrı bir dosya üzerinden devam etmesine hükmetti.

İlk Birleştirme Sonrası 1. Duruşma

Gezi Parkı Hak Savunucuları Davası’nda yargılanan 16 kişiden dokuzu hakkında verilen beraat kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından 22 Ocak 2021’de bozuldu. Bozulma sonrası yeniden görülecek dava, 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 21 Mayıs 2021’deki duruşma ile yeniden başladı.

Davanın tek tutuklu sanığı olarak yargılanan Osman Kavala’nın İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusluk amacıyla temin etme” suçlamalarıyla yargılandığı dosyanın, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen Gezi Parkı Hak Savunucuları Davası dosyası ile birleştirildiği duruşma tutanağına geçirildi.

İzleyiciler
Duruşmayı CHP, HDP ve TİP milletvekilleri, farklı ülkelerin diplomatik misyonlarının temsilcileri, ve aralarında P24’ün bulunduğu sivil toplum kuruluşlarının gözlemcileri ve çok sayıda basın mensubu izledi.
Davaya yoğun ilgi olmasına ve savunma avukatları tarafından duruşmanın daha büyük bir salonda görülmesi önceden talep edilmesine rağmen, duruşma izleyicileri ağırlamakta yetersiz kalan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kendi salonunda görüldü. Salon kapasitesinin yetersizliği nedeniyle çok sayıda izleyici duruşmayı oldukça ayakta ve sandalyelerde sıkışarak şekilde izlemek zorunda kaldı.

Yargılama
1298 gündür Silivri Cezaevi’nde tutulan Osman Kavala, duruşmada SEGBİS bağlantısıyla hazır bulundu. Tutuksuz yargılanan hak sahiplerinden Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay duruşmada hazır bulundular.

Salona giren mahkeme başkanı, salondaki kişi sayısının fazlalığı nedeniyle pandemi şartlarında duruşmanın bu şekilde görülemeyeceğini söyleyerek, salonu diğer iki üye hakimle birlikte terk ederken, “Kendi aranızda anlaşın sayıyı azaltın” dedi. Duruşmaya 10 dakika ara verilerek salon boşaltıldı.

Mahkeme heyeti 10 dakika sonra salona geri geldi. Sandalyelerde yer kalmaması nedeniyle ayakta kalan izleyiciler salondan çıkarıldı. Heyet başkanı “sessizlik sağlandığı anda duruşmaya başlayacağım” dedi. Ekledi:

“Sözlü savunmanın önemini biliyorum. Duruşmayı yapmak istiyorum sessiz bir şekilde. Ses olmasın. Bir an önce yapalım. Sonra kendi aramızda değerlendirelim savunmaları. Bildiğiniz üzere daha büyük bir salon talep ettik ama daha büyük bir salon ayarlayamadık. Bu celselik böyle olsun diyelim. Bu celselik bu salonda yapalım.”

Heyet başkanı duruşma gününe kadarki hukuki süreci ve istinaf mahkemesinin bozma kararını özetledi. Bozma kararına ilişkin beyanlarını almak üzere sözü yargılanan hak sahiplerine verdi.

Yargılanan Hak Sahiplerinin Beyanları
Beyanlara geçilmek üzereyken Necmiye Alpay duruşma salonu kapısı önündeki kalabalığın içinden geçerek salona girdi. Alpay’ın içeri girerken söylediği “Ben bir yargılanayım arkadaşlar” ifadesi salonda gülüşmelere neden oldu.

Kürsüye gelen Mücella Yapıcı beraatını istedi.

Daha sonra kürsüye Can Atalay geldi.  Savunmasına “Hukukumuzda bozma kararı sonrasında serbestlik ilkesi esastır. Bozma kararı kesindir. ‘Ben bozma kararına uymak zorundayım’ dediniz(...)” diyerek başlayan Atalay'ın sözü mahkeme başkanınca kesildi: “Usûlî anlamda söyledim. Aynı kararı da verebilirim.” Atalay devam etti:

“Bozma sonrası serbestlik ilkesi gereğince bu dosyadan beraat vermeniz gerekir. (…) Sanıklar beraat ettiler. Beraat kararı savcılar temyiz etmeden kesinleşti. Tayfun Kahraman arkadaşımla ilgili olarak 2911’den (Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu) kovuşturmaya yer olmadığı kararı kesinleşmiş. Bu dosyadan başka hiçbir şey beklemeden beraat kararı vermeniz gerekir. Vereceğiniz kararın ceza yargılaması açısından olmadığını Türkiye'nin siyasi iklimiyle alakalı olduğunu görüyorum. İstinaf (mahkemesi) diyor ki bu dosyada Çarşı yok. Hukuk fakültesi ikinci sınıfta bize ne anlatırlar? ‘Dosyada olmayan cezada yoktur’ der. Yargıtay gökyüzünün altındaki her şeyi dosyadaymış gibi toplamaya çalışıyor. Yargıtay 16. ve 9. Ceza daireleri Türkiye'nin en önemli kurumları arasındadır. Türkiye'deki özgürlükler hukukuna ilişkin içtihat üretirler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi hakkında verilen kararları biliyorsunuz. ‘Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ni Fethullahçılara kim emanet etti’ tartışmasını açmıyorum. Ama bizim dosyamızı açan o. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de bunda kendisini ilgilendiren hiçbir şey yokmuş gibi, kendi dosyasında yine olmayan bir hususu çekip alıyor ve diyor ki "Burada örgüt var bu örgütün araştırılması gerekir. "Daha dün Fethullahçı çeteyle ilgili içtihadını değiştirmiş, yumuşatmış olan Yargıtay 16. Ceza Dairesi "Ooo! Gezi mi dediniz? Gökyüzünün altındaki her şey bunlara yapışacak" diyor.

(…) Kavala'yı ilk tutukladıkları an itibariyle tek soruşturma vardı. Beraat edince cezaevi nizamiyesinden çıkamadan "Yok bunun hakkında 15 Temmuz vardı o soruşturmadan şey yapıyoruz" dediler. Sabahına bu ülkenin en üst makamı Cumhurbaşkanı Erdoğan kükredi. "El çabukluğu marifetiyle beraat ettirdiler, ben bu işi böyle bırakmam" dedi. Bırakmasın. Yargıya bu kadar açıktan müdahale varken bu ülkede yaşayamayız. Türkiye'nin en onurlu direnişini, Cumhuriyet tarihinin en yaygın halk tepkisini Fethullahçı çeteyle ilişkilendirilmesine izin veremeyiz. 15 Temmuz dediğiniz dosyada cumhuriyet tarihinin en yaygın halk tepkisine (Gezi) alçak bir çeteye kanmış olma iftirasını elimizin tersiyle itiyoruz.

Gezi direnişi bu ülkenin kendi halklarının kendi haklarına sahip çıkışının nişanesidir. Ülkenin 12 Eylül cuntasından tamamen çıktığının tabelasıdır. Özgürlüğün, eşitliğin, adaletin bir ihtimal olduğunun kanıtıdır Gezi.

Gezi direnişi hem bu ülkenin hem memleketin hem bizim insanlarımızın kendi kaderini tayin hakkı, kendi kaderine sahip çıkma iradesidir. Gezi eşitlik, özgürlük, adalet, umududur hem memleketimiz hem yakın doğu için. Bu iddianameler Fethullahçı çeteyle suç ortaklığıdır. Biz Gezi’yi savunmaya devam edeceğiz.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi bizle ilgili iddianame yazamaz. Birleştirmeye muvafakat etmeyiniz. Bozma ve uyma sonrası serbestlik ilkesi gereğince Türk milleti adına karar verebilecek tek makam sizsiniz. Bunu ispatlayabilirsiniz. “

Tayfun Atalay beyanda bulunmak üzere kürsüye geldi. Dosyada hukuka dayanan bir iddianın bulunmadığını ileri sürdü:

“İddiaları reddediyoruz. Gezi direnişine katılanların tümü şu anda bizim nezdimizde yargılanmakta. Bu yargılanma kabul edilemez. Beraat kararında ısrarcı olmanızı bekliyoruz. (Çarşı Davası’yla) Birleşme yolunda muvafakat vermemeniz bekliyoruz.”

Söz alan son yargılanan hak sahibi Osman Kavala oldu. Tutukluluğuyla ilgili ayrıca beyanda bulunacağını ifade eden Kavala şöyle konuştu:

“Şu anda bozma ve birleştirme ihtimalleriyle ilgili bir şeyler söyleyeyim. Bozma kararında ne benim ne de diğer suçlamaların suçla ilişkilendirilebilecek öge bulunmadığı kanaatindeyim. Anladığım kadarıyla bozmanın arkasındaki asıl gerekçe farklı davaları birleştirmenin önünü açmak. Siyasi davalarda algı yaratmaya elverişli bir yöntem.

Hiçbir delile dayandırılmadan benim ve diğer sanıkların hükümeti devirmek için gizli bir yapılanma içinde olduğumuz iddia ediliyor. Eğer Çarşı ile birleştirilirse siyasi amaçlarla yapılan bu suçlama örneğinin çarpıcı öğesi ortaya çıkacaktır.

Beraat kararının bozulması davaları birleştirmek amacındadır. Davaların birleştirilmesi, sekiz yıl önce algı için hazırlanmış ama mahkemelerin verdiği beraat kararıyla inandırıcılığını kaybetmiş bir senaryoyu canlandırma teşebbüsü olacaktır.”

Savunma Avukatlarının Beyanları
Sözlerine, “Bize bu celse, usulde olmayan bir konu için söz hakkı verdiğiniz için teşekkür ediyorum” diyerek başlayan; Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın avukatı Fikret İlkiz, “Biz 16. Ceza Dairesi hakkında ne söylersek söyleyelim… Size diyorlar ki bütün dosyaları birleştirin. 16. ve 3. Ceza Daireleri gökyüzünde ne kadar ceza davası varsa bu davayla birleştirmeyi düşünüyor” ifadelerini kullandı.

Duruşmaya 11:45’te ara verildi.

Aranın ardından avukatlar savunmalarını tamamladı. Osman Kavala, savcıdan görüş alındıktan sonra tutukluluğuna ilişkin beyanda bulunmak istediğini söyledi. Savcı, Kavala’nın tutukluluk halinin devamını talep etti. Söz verilen Osman Kavala şöyle konuştu:

Davaların birleştirilmesiyle, Gezi olaylarının hükümeti devirmeye yönelik bir komplo olduğu senaryosu temelinde 3,5 yıl önce başlayan yargı süreci yeni bir aşamaya girecek.”

“Daha önce hatırlattığım gibi Gezi İddianamesi senaryosunun telifi FETÖ üyeliğinden yargılanan Emniyet ve Yargı mensuplarına ait. İddianamenin ekinde bulunan 14 ve 15 Haziran 2013 tarihli yazılardan görüleceği gibi, Gezi olaylarının benim baş aktörlerinden olduğum bir komplo olduğu kurgusu Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nda üretilmiş. Adalet dışı gerekçelerle gerçekleştirilen ve adaleti yanıltmak amacıyla kullanılan hukuksuz dinlemeleri yapanlar da aynı ekip. Gezi protestolarının bir komplo olduğu kurgusu iktidarca benimsendiği ve siyaseten kullanıldığı için, bu anlatıya ters düşen beraat kararlarının bozulması benim için şaşırtıcı olmadı.

Gene bu anlatı gereği, bir komplo olarak Gezi protestolarını planladığım, yönettiğim ve finanse ettiğim algısının canlı tutulması için; aleyhime hiçbir delil olmamasına rağmen, Gezi davasından beraat etmiş olmama rağmen, AİHM’nin tutuklanmamın hak ihlali olduğuna hükmetmesi ve derhal serbest bırakılmamı talep etmesine rağmen, cezaevinde tutulmam gerekli görüldü. Suçlamalar değişiyor, bayrak yarışlarında bayrağın elden ele geçmesi gibi farklı yargıçlar ve mahkemeler yere düşürmeden tutukluluğumu birbirlerine geçiriyorlar.

AİHM kararının etrafından dolanmak için icat edilmiş olduğu aleni hale gelmiş olan casusluk suçlamasıyla ilgili hiçbir bulgu olmadığını iddianameyi hazırlayan savcı da biliyor, hatta itiraf ediyor. Bir taraftan bu durumu, casusluk faaliyetlerinin çok gizli yürütülmüş olmasıyla açıklıyor. Arthur Miller’ın McCarthy döneminde kaleme aldığı “Cadı Kazanı” adlı oyunda, savcının doğası gereği görülemeyecek bir faaliyet olduğundan cadılık suçlaması için delil ve tanık aranmasına gerek olmadığını söylemesi gibi.

Diğer taraftan da sivil toplum kuruluşlarının casusluk için kullanıldığına dair demokrasi karşıtı bir komplo teorisine başvurarak, sözlük anlamından farklı bir casusluk suçu kavramı geliştiriyor. İddianamedeki casusluk tanımı, yasalarımızdakinden oldukça farklı. Muğlaklığı ve keyfi uygulamalara müsait olması bakımından Almanya’da Nazi döneminde casusluk suçlamaları için kullanılan “Landesverrat”, yani devlete ihanet kavramını hatırlatıyor. O dönem Almanya’sında halkın vicdanına uygun biçimde hareket etmediği için cezalandırılması düşünülen kişinin eylemi yasalardaki suç tanımına girmiyor ise yargıcın görevi en kullanışlı yasayı seçerek o kişiyi cezalandırmaktı. Siyaset yargı sürecinin her aşamasında etkiliydi, halkın vicdanının ne olması gerektiğini belirlemekte, hatalı bulduğu mahkeme kararlarını düzeltmekteydi. Örneğin Nazi rejimini eleştiren rahip Martin Niemöller’in beraat kararı siyaset tarafından sakıncalı bulunduğundan, kendisi savaş bitene kadar toplama kampında tutulmuştu.

1947 yılında yürütülmüş olan Nazi dönemi yargıç ve savcılarının yargılandığı Adalet Davası’nda “suikastçının hançeri, yargı görevlisinin cübbesi altında gizlenmişti” (ABD v. Altstoettler (Case 3), “The Justice Case”) değerlendirilmesi yapılmıştı.

AİHM’nin tespit ettiği gibi yetkiyi kötüye kullanarak kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmak ve bu davranışı devam ettirebilmek için yasaların dışına çıkarak adaleti yanıltmak da yukarıdaki değerlendirmeyi düşündürmektedir. Mahkemenizin bu eyleme son vereceğini ümit ediyorum.”

Duruşmaya yaklaşık iki saatlik bir karar arası verildi.

Karar
Mahkeme heyeti ara kararında;

(1)Yurt dışında bulunan yargılanan hak sahiplerinin ifadelerinin istinabe ile alınması talebinin atılı suçlar için istinabe yasağı bulunması nedeniyle reddine; (2) Çarşı Davası ile mevcut davanın birleştirilmesi hususunun değerlendirilmesi için dosyanın incelenip iade edilmek üzere 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden istenmesine; gerek görüldüğü halde bu mahkemeden birleştirme hususunda izin muvafakat sorulmasına, (3) Yiğit Aksakoğlu’nun yurt dışı yasağının kaldırılması talebinin reddine karar verdi.

Osman Kavala’nın Tutukluluğu
Kavala hakkında oy çokluğuyla (2’ye 1) verilen tutukluluğun devamı kararı duruşma tutanağında şöyle geçti:

“Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), 10.12.2019 tarih ve 28749/18 başvuru numaralı kararı ile tutuklu sanığın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 5/1 maddesi kapsamında "Makul şüphe yokluğu" nedeniyle, aynı sözleşmenin 5/4 maddesi gereğince de "Tutukluluğun hukuka uygunluğunun Anayasa Mahkemesi'nce hızlı bir şekilde incelenmediği" gerekçesiyle oy birliğiyle ve İnsan Hakları savunucusu olan başvuranın susturulması gizli amacıyla tutuklandığı gerekçesiyle de 18. maddesinin ihlâl edildiğinden oy çokluğuyla karar verildiği,

Anayasamızın 90. maddesinde "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletler arası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004- 5170 S.K./7. maddesi) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır" hükmünün yer aldığı, yine Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesinde ise "1) yüksek sözleşmece taraflar, taraf oldukları davalarda mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler, 2) mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir" hükmünün yer aldığı, yapılan incelemede; AİHM'nin anılan kararının konusunun İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin sanık hakkında 1 Kasım 2017 tarihli ve Türk Ceza Kanunu’nun 309 ve 312. Maddeleri kapsamında vermiş olduğu tutuklama kararı olduğu anlaşılmıştır. Sanığın da söz konusu tutuklama kararı kapsamında yer alan suçlamalardan TCK 312 kapsamında 18 Şubat 2020, TCK 309 kapsamında ise 20 Mart 2020 tarihlerinde tahliye edildiği anlaşılmıştır.

Sanığın mevcut tutukluluğunun ise İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği’nin 9 Mart 2020 tarihli ve TCK 328. Maddesi kapsamında "askeri ve siyasi casusluk" suçlamasına dayandığı görülmektedir. Şu halde sanığın mevcut tutukluluğu hakkında verilmiş bir AİHM kararı bulunmadığı, AİHM'nin 10 Aralık 2019 tarihli kararı kapsamında ise sanığın zaten tahliye edilmiş olduğu anlaşıldığından ve sanığın mevcut tutukluluğu açısından yerine getirilecek bir AİHM kararı bulunmaması karşısında; tutukluluk durumu ile ilgili olarak mahkemece yapılan son tarihli değerlendirmeden bu yana hukuki durumda değişiklik olmaması da gözetilerek sanık Mehmet Osman KAVALA'ya isnat edilen suçun vasıf ve niteliği, yargılamanın geldiği aşama, müsnet suça ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin bulunması, atılı suçun yasada öngörülen cezanın üst sınırı, adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla sanık ve müdafilerinin tahliye taleplerinin yukarıda açıklanan nedenlerle REDDİ ile sanığın TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA, (Oy çokluğuyla)”

Kavala hakkında verilen tutukluluğun devamı kararına karşı oy kullanan mahkeme heyeti başkanı aşağıdaki ifadeleri karara şerh düştü:

“KARŞI OY:

Sanık Mehmet Osman KAVALA'nın üzerine atılı TCK'nın 328/1. maddesinde düzenlenen "Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme" suçu bakımından suç vasfının değişme ihtimali, sanığın savunmasının tespit edilmiş olması, delillerin büyük ölçüde toplanmış olması ve bu aşamada tutuklu kaldığı süre de gözetilerek, sanık hakkında adli kontrol tedbiriyle de yeterli ve etkin denetim sağlanabileceği ve bu tedbirlerin ölçülü olacağı kanaatiyle sanığın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109/3-a maddesi uyarınca "Yurt dışına çıkamamak", 109/3-b maddesi uyarınca "her hafta pazartesi ve perşembe günleri ikametgahına en yakın polis merkezine müracaat etmek", ayrıca 109/3-k maddesi uyarınca "İstanbul ili mülki sınırlarını terk etmemek" şeklinde adli kontrol tedbirleriyle tahliyesine karar verilmesi görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun tutukluluğun devamı yönündeki görüşüne iştirak etmiyorum.”

Davanın bir sonraki duruşması 6 Ağustos 2021 saat 10.00’da Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda görülecek.