Türkiye artık kadın hakları mücadelesinin merkezinde

Mart ayında Samsun’da bir erkek eski eşini sokak ortasında vahşice döverken kaydedildi. O esnada 5 yaşındaki kızları hemen arkalarında hıçkırarak ağlıyordu. 24 yaşındaki Emriye Metegül’ün yüzüne yumruklar ve tokatlar atan, başını defalarca kaldırıma vuran erkeğin görüntüleri sosyal medyada yayıldı ve görüntüler tüm Türkiye’yi şoke etti.

Haftalar sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele etmek için tasarlanmış çığır açıcı bir uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini açıklayan bir kararname yayınladı. Bu son derece kaygı verici adım tüm dünyada tepkiyle karşılandı, kadın hakları ve LGBTİ+ hakları aktivistleri tarafından aylarca protesto edildi.

Bugün, Türkiye sözleşmeden resmen çekiliyor ve böylece bugüne kadar uluslararası bir insan hakları sözleşmesinden çekilen ilk Avrupa Konseyi ülkesi oluyor. İronik bir biçimde, Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülkeydi. Avrupa Konseyi ülkeleri tarafından hazırlanan ve 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşme yasalar, eğitim ve farkındalık yaratma yoluyla kadınları şiddete karşı korumak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemek için hukuki bir çerçeve sunuyor. Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkeden 34’ü sözleşmeyi onayladı. Ermenistan, Azerbaycan, Macaristan, Slovakya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Letonya, Litvanya, Moldova, Rusya, Ukrayna ve Birleşik Krallık ise sözleşmeyi henüz onaylamamış olan Avrupa ülkeleridir.

Sözleşme, katılan ülkelerdeki milyonlarca kadın ve kız çocuğun hayatlarında halihazırda önemli dönüşümler sağlayan çok önemli bir belgedir. İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanması ve uygulanması sayesinde Finlandiya ev içi şiddetten hayatta kalanlara yönelik 24 saat açık destek hatları kurdu; İzlanda, İsveç, Yunanistan, Hırvatistan, Malta ve Danimarka ise 2018’den bu yana tecavüzü cinsel ilişkiye onay verilmemesi temelinde tanımlayan yasalar çıkardı.

İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadelede referans noktası haline gelen ve yaygın kabul gören uluslararası bir belgedir. Etkisi, Avrupa Konseyi sınırlarının ötesine geçmektedir. Birleşik Krallık ve Ukrayna yakın bir zamanda sözleşmeyi onaylama konusunda son derece kararlı olduklarını duyurdu. Avrupa Konseyi’nde gözlemci ülke konumundaki Meksika ise sözleşmenin bir parçası olma niyetini açıkladı.

Ancak ne yazık ki Türkiye, bu hayat kurtarıcı belgeyi reddeden tek ülke değil. Geçen yıl, Polonya “aile değerlerini” tehdit ettiği iddiasıyla sözleşmeden çekilmeyi planladığını açıkladı. Macaristan ise “tehlikeli cinsiyet ideolojileri barındırdığını” öne sürerek sözleşmeyi onaylamayı reddediyor. Bu tehlikeli söylem, Türkiye hükümetinin İstanbul Sözleşmesi’nin “eşcinselliği normalleştirdiği” iddialarını yankılıyor ve Polonya ve Macaristan’da LGBTİ+ haklarını geriletmek ve ayrımcılığı meşrulaştırmak için planlı çabaların sergilendiği bir dönemde kullanılıyor.

Türkiye’nin bu adımı, ABD Başkanı Joe Biden ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in de aralarında bulunduğu dünya liderleri ve devletler tarafından kınandı.

Erdoğan’ın kararı milyonlarca kadını ve kız çocuğu daha büyük risk altına sokacak. Samsun’da çekilen video buzdağının yalnızca görünen kısmıydı. Kadın hakları gruplarının verilerine göre, geçen yıl Türkiye’de en az 300 kadın katledildi; bu yıl ise şimdiye kadar 100’ün üzerinde kadın öldürüldü. Türkiye’de kadınlara yönelik şiddetle mücadeledeki yetersizlikler, aile değerleri kisvesi altında şiddete karşı cezasızlık kültürüyle de ağırlaşmaktadır.

COVID-19 pandemisi ve ardından gelen sokağa çıkma yasakları mevcut durumu daha da tehlikeli hale getirdi. Türkiye’de kadınlara ve kız çocuklara yönelik şiddet ihbarlarında büyük bir artış kaydedildi. Türkiye, kadınları ve kız çocukları ayrımcılık yapmaksızın korumak için sözleşmeden çekilmek yerine ulusal mevzuat, politikalar ve diğer tedbirlerle sözleşmeyi uygulamak doğrultusunda çaba göstermelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kadınlara yönelik şiddet hakkındaki kararlarının gösterdiği üzere, Türkiye’nin sözleşmeye taraf olduğu tarihten itibaren aldığı tedbirler son derece yetersiz kalmıştır.

Ama umut var. Türkiye’nin adımı istemeden de olsa toplumun dikkatini kadınlara yönelik şiddete çekti ve aylarca süren protestoları harekete geçirdi. Ülkede on binlerce kişi haklarını savunmak için sokaklara çıkarken tüm dünyada milyonlarca kişi de ilk kez İstanbul Sözleşmesi hakkında bilgi sahibi olmaya ve sözleşmeyi savunmaya başladı.

Bugün, Türkiye faillere ceza almaksızın şiddet uygulayabileceklerine dair sorumsuz ve tehlikeli bir mesaj ileterek, kadınların ve kız çocukların güvenliğine yönelik altın standarda sırt çevirmiş oldu. Ancak bu, akıntının tersine dönmeye başladığı an da olabilir. Türkiye kadın haklarında belki de zamanı 10 yıl geriye aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise insan haklarına inananları düelloya davet etti ve daveti karşılık buldu.

Time’s Up (Süre Doldu) ve #MeToo hareketlerinin gösterdiği gibi, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet kadınların, kız çocukların ve LGBTİ+’ların her gün karşı karşıya kaldığı küresel bir sorundur. Bununla mücadele etmek için bir araya gelmeli, bu kaygı verici gerileme karşısında haklarımızı savunmalıyız. Uluslararası sözleşmelerin sağladığı korumalara ihtiyacımız var. Türkiye’deki kadınlarla onları bekleyen zor günlerde dayanışma içinde olmayı sürdürmek zorundayız.

---
Agnes Callamard
UAÖ Genel Sekreteri

Bu yazı ilk kez Newsweek tarafından yayımlanmıştır.