İsrail’in Ele Geçirdiği Topraklar ve Yerleşim Alanları Zarar Vermenin Ötesine Geçti

Uluslararası Af Örgütü Uluslararası Sekreterya Kıdemli Politika Danışmanı Avner Gidron

Bu hafta içinde İsrail’in yaklaşık 1000 hektarlık Filistin toprağını ele geçirmesi, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın adlandırdığı gibi sadece "zarar verici" bir olay değildir. Peace Now’a göre, bu uluslararası hukukun apaçık bir ihlalidir ve 30 yıldır İsrail tarafından ele geçirilen en geniş toprak olması, ihlali daha da ağır hale getirmektedir. Olayı daha da korkunç yapan şey, durumun Haziran ayında üç İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesine karşı yapılan bir toplu cezalandırma şekli olarak sunulması.

İsrail’in toprak ele geçirme hareketinin ortadan kalkmak üzere olan barış süreci üzerindeki etkisinden endişelenen ABD yönetimi, İsrail devletine kararlarını değiştirmeleri konusunda talepte bulundu. Bununla birlikte eğer barış süreci en ufak bir başarıya ulaşma şansına sahipse, onun destekçileri ve özellikle ABD, yerleşim alanlarının diplomatik bir engelden fazlası olduğunun farkına varmalıdır.

Devam eden yerleşim faaliyetleri uluslararası hukuku ihlal ediyor, her gün Filistinlilerin aşağılanmasına, haklarının ihlal edilmesine neden oluyor ve İsrail ordusu ile Filistinli silahlı gruplar arasındaki çatışmada sürekli ve adaletli bir çözüme ulaşma olasılığını engelliyor.

İsrail’in toprakları ele geçirmesi ve Doğu Kudüs’ü de içine alan Batı Şeria’yı parçalaması, Filistinlilerin yaşamları üzerinde yıkıcı etkiye sahip. Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 40'ı İsrail "devlet" toprağı olarak sınıflandırıldı. Yasa dışı ele geçirilen Filistin topraklarına inşa edilen yerleşim alanları ise sadece Yahudiler için.

Din ve uyruk temelli Filistinlilere yapılan ayrımcılık, İsrail yerleşim politikasının en baskın özelliği. İsrail’den gelenler iyi korunmuş çevre yollarından hızla Batı Şeria’ya giderken; Filistinlilerin kendi topraklarında inşa edilen bu "yan" yolları kullanmalarına izin verilmiyor, işçi olarak girişlerine bazen izin verilmesi dışında yerleşim alanlarına girmeleri yasak. Batı Şeria’ya gelenler İsrail medeni hukukuna göre yaşıyor ve işgal altındaki topraklarda yaşamaları için onlara devlet tarafından cömert finansal teşvikler veriliyor. Buna karşılık Filistinli komşuları acımasız İsrail ordu kuralları tarafından yönetilmekte ve İsrail askeri mahkemelerinde yargılanmakta.

Adil olmamasının yanı sıra yerleşim projesi yasa dışı da. Uluslararası Ceza Mahkemesi yasalarına göre; İsrail’in kendi halkını Batı Şeria’ya yerleştirme politikası, uluslararası insancıl hukuku ihlal ediyor ve savaş suçu niteliğinde. Yerleşim yerlerinin İşgal Altındaki Filistin Toprakları'ndaki sivil nüfusa ödediği işgaliye bedeli göz önünde bulundurulunca, İsrail'in politikasının bu tarifi oldukça yerinde.

Yerleşim yeri, otoyollar, çitler ve ilgili altyapı çalışmaları için topraklara el koyma, zapt etme ve izinsiz alma binlerce Filistinlinin zorla tahliyesi ile sonuçlandı. Bu, Filistinlilerin sağlık hizmetine, eğitime, işlerine ve ailelerine ulaşmalarına engel oldu. Bu durum, topraklarını ve kaynaklarını yerleşim alanları yüzünden kaybetmiş çalışan nüfusun gelirini ciddi derecede kesintiye uğrattı. Çalışan nüfus gelirini elde edemiyor. Dünya Bankası’na göre, bütün bu kısıtlamalar ve engeller ekonomik gelişmeye zarar veriyor.

Ayrımcı su politikaları ve uygulamaları Filistinlileri suya erişim hakkından yoksun bırakıyor. Aynı şekilde yerleşim alanlarının inşaatı Filistinlilerin evlerine, ürünlerine, tarım alanlarına ve geçim kaynaklarına zarar veriyor. Filistinliler; İsrail yetkilileri tarafından, yaptıklarından nadiren sorumlu tutulan yeni gelen yerleşimcilerin şiddet içerikli tacizlerinden ve yakıp yıkmalarından dolayı sıkıntı çekiyor.

Yerleşim alanlarının yasa dışılığı, Filistinli silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen kasıtlı saldırılara hiçbir şekilde bahane olarak gösterilemez. Uluslararası Af Örgütü, işgal altındaki Batı Şeria’da bulunan İsrail yerleşim alanlarında Haziran ayında dini okullarda (yeshivas) okuyan, hepsi öğrenci olan 19 yaşındaki Eyal Yifrah, 16 yaşındaki Gilad Shaar ve 16 yaşındaki Naftali Fraenkal’ın kaçırılmalarını ve öldürülmelerini açıkça kınadı.

Fakat bu üzücü suçlar, ceza niteliğinde ev yıkımları, toprak işgali ya da geniş çaplı ve uzun süre devam eden kapatmalar, sokağa çıkma yasakları ve Filistinlilerin konu olduğu diğer kısıtlamalar gibi orantısız tedbirleri ve toplu cezalandırmaları haklı çıkaramaz.

Yerleşimde gerçek bir durdurma, yerleşim projesini sonlandırmaya doğru iyi bir ilk adım olabilirdi; fakat insan hakları ihlalleri, insanlar uluslararası hukukla tamamen uygun hareket edene kadar devam edecek. Bu durdurma, İsrail yerleşim alanlarının inşaatının ve genişlemesinin kalıcı olarak sona ermesini, Batı Şeria içindeki duvarın yıkılmasını ve yeni gelen sivillerin işgal altındaki topraklardan tahliyesini de kapsıyor.

Birleşik Devletler yönetimi, İsrail ve Filistin çatışmasını çözmeyi en büyük önceliği olarak tutmayı sürdürüyor. Bunu gerçeğe çevirmek için kalıcı bir çözüme ulaşmanın, ABD’nin kendi hatalarından ve önceki yönetimlerden ders alması ve barış sürecini insan haklarından azade bir bölge olarak göstermeye son vermesi ile gerçekleşeceğini kabul etmesi gerek.

İnsan haklarını ve uluslararası hukuku denkleme dahil etmek, buna yerleşimlerin gitmesi gerektiğini kabul etmek de eklenince, adil ve sürekli bir barış için temel oluşturmaya yardım edebilir. Gazze ve İsrail arasındaki mücadelenin son safhasında verilen kayıplar şunu gösterdi ki bu olay, barış sürecine müdahil olan ABD ve diğerlerinin daha fazla kaçamayacakları zorlayıcı bir durum.