İklim değişikliği bir insan hakları krizidir ve devletlerin gereken adımları atmaması insan hakları ihlalidir

Uluslararası Af Örgütü iklim başlığında bir rapor yayınlayarak, “iklim değişikliğinin yol açtığı acil durum, eşi benzeri görülmemiş bir insan hakları krizidir” açıklamasında bulundu. İklim krizinin önümüzdeki dönemde de temel hakları tehlikeye atacağı belirtilirken, Haklarımızı Yakmayın! İnsanlığı İklim Krizinden Korumak İçin Hükümetler ve Şirketler Ne Yapmalı? başlıklı raporda ilgili insan hakları sıralandı, devletlere ve şirketlere acil ve somut tavsiyeler ve yükümlülükler hatırlatıldı.

HAKLARIMIZI YAKMAYIN! İNSANLIĞI İKLİM KRİZİNDEN KORUMAK İÇİN HÜKÜMETLER VE ŞİRKETLER NE YAPMALI?

RAPORU OKU (TR)

İklim alanında çalışanlara da önemli bir kaynak olacak raporun önsözünde şu ifadeler yer aldı, “İklim değişikliği, mevcut ve gelecek nesillerin medeni, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını ve nihayetinde insanlığın geleceğini tehlikeye atıyor. İklim değişikliğinin doğurduğu sonuçlar bir ülke veya bir topluluğu etkilediğinde, bunların yol açtığı zincirleme etkiler insanların onurlu bir yaşam sürme hakkından faydalanabilmesini ciddi ölçüde engelleyebilir, özgürlükleri tehlikeye atabilir ve hatta birçok durumda halkların kültürel varlığını topyekun tehlikeye atabilir.”

Güncel durumun, geleceğe dair insanlığı nelerin beklediğine işaret ettiği belirtilen açıklama şöyle devam etti, “Şu anki, sanayi devrimi öncesi seviyelerin 1,1°C üstünde olan küresel ısınma nedeniyle bile sıcak hava dalgaları, eşi benzeri görülmemiş orman yangınları, arka arkaya gelen yoğun tropik fırtınalar ve şiddetli kuraklıklar gibi yıkıcı etkilere tanık oluyoruz.

İklim değişikliğinin, deniz seviyesinin yükselmesi gibi yavaş yavaş hissedilen etkileriyle birlikte bu olaylar, milyonlarca insanın yaşam, su, gıda, barınma, sağlık, hijyen, yeterli yaşam standardı, çalışma, kalkınma, sağlıklı çevre, kültür ve kendi kaderini tayin hakları gibi insan haklarından ve ayrıca ayrımcılığa ve zalimane, insanlık dışı ve alçaltıcı muameleye maruz kalmama hakkı gibi haklardan yararlanmasını ciddi biçimde engellemektedir. Bu yayın, iklim değişikliği dolayısıyla insanların bu haklardan nasıl mahrum bırakıldığını ve gelecekteki tehlikelerin neler olduğunu açıklamaktadır. Örneğin, 2013 yılında Filipinler'deki Haiyan süper tayfunu nedeniyle yaklaşık 6 bin 300 kişi hayatını kaybetti ve 2019 yılında Mozambik, Malavi ve Zimbabve'de yaşanan kasırgalardan yaklaşık 4 milyon kişi etkilendi; hayatını kaybedenlerin yanı sıra, yerinden edilenler, okullara, hastanelere ve sağlıklı koşullara erişimini kaybedenler de oldu.

Ülke İçinde Yerinden Edilme İzleme Merkezi'ne göre, 2008 ve 2018 yılları arasında her yıl ortalama 20,88 milyon kişi iklime bağlı olaylar nedeniyle ülke içinde yerinden edildi.”

Dünya Sağlık Örgütü iklim değişikliğinin 2030 ile 2050 yılları arasında sıtma, yetersiz beslenme, ishal ve sıcaklık nedeniyle yılda 250 bin kişinin ölümüne neden olacağını tahmin ediyor. Dünya Gıda Programı da iklim değişikliğinin 2050 yılına kadar küresel açlık ve yetersiz beslenmede %20'lik bir artışa yol açacağını tahmin ediyor.

Küresel sıcaklıktaki 2°C'lik bir artış, 1 milyardan fazla insanın su kaynaklarında ciddi bir azalmaya yol açacak. Bilim insanları, küresel ısınmanın 1,5°C'de tutulmasının çok önemli olduğunu doğruluyorlar.

“Devletler tarafından inşa edilen yeni bir atmosferik sömürgecilik biçimi”

Uluslararası Af Örgütü “İklim krizi aslında köklü adaletsizliklerin bir tezahürüdür” derken rapor “İklim değişikliği küresel bir sorun olmasına rağmen, halihazırda çeşitli ve kesişen ayrımcılık biçimlerine maruz kalmış veya yapısal eşitsizlikler ve kökleşmiş uygulamalar nedeniyle veya kaynakları, gücü ve ayrıcalıkları adaletsiz bir şekilde dağıtan resmi politikalar sonucunda ötekileştirilen kişi ve grupları orantısız bir şekilde etkilemektedir” ifadelerine yer verdi. Rapor ayrıca, “kadınlar, yerli halklar, engelliler, iklim felaketleri karşısında daha fazla risk altındadır” derken, iklim değişikliğinin bu grupları ve cinsiyet, sınıf, kast, ırk, azınlık statüsü, engellilik, yaş ve göç durumu temelinde ötekileştirilen diğer insanları nasıl etkilediğini açıklıyor.

İklim krizi gelişmekte olan ülkelerdeki insanları, özellikle de düşük rakımlı küçük ada ülkeleri ve en az gelişmiş ülkelerdeki insanları, sadece iklimle ilgili afetlere maruz kalmaları nedeniyle değil, aynı zamanda - sömürgeciliğin kalıcı sonuçları da dahil olmak üzere- bu olayların etkilerini arttıran siyasi ve sosyoekonomik faktörler nedeniyle de orantısız bir şekilde etkiliyor. İklim değişikliği sadece sömürgeciliğin etkilerini sürdürmekle kalmıyor; aslında sömürge imparatorlukları kurmuş devletler ve geride bıraktıkları yerleşimci toplumlara dayanan devletler tarafından inşa edilen yeni bir atmosferik sömürgecilik biçimi yaratıyor.

İklim bilimciler James Hansen ve Makiko Sato, 1751 ile 2014 yılları arasında ABD, İngiltere ve Almanya'nın küresel ortalamanın en az altı katı kümülatif kişi başına sera gazı (GHG) emisyonu ürettiğini gösterdiler. Bu arada Rusya, Kanada ve Avustralya, küresel ortalamanın dört ila beş katı sera gazı ürettiler.

Af Örgütü raporunda, “İklim değişikliği sorumluluğu, dünya çapında ayrıcalıklarla yakından bağlantılı. OXFAM, 1990'dan 2015'e kadar dünya nüfusunun en zengin %10'unun (yaklaşık 630 milyon kişi), dünyadaki kümülatif karbon emisyonlarının yarısından fazlasından sorumlu olduğunu, en yoksul %50'nin (yaklaşık 3,1 milyar kişi) ise kümülatif emisyonların sadece %7'sinden sorumlu olduğunu hesaplamıştır. Dünya nüfusunun en zengin %1'i, dünyanın daha yoksul yarısının toplamından iki kat daha fazla karbondioksit (CO2) salınımından sorumlu.” tespiti yer alıyor.

Raporda, iklim kriziyle mücadele için insan haklarının esas alınması, öncelikle varlıklı ülkelerin hızla harekete geçmesi, fosil yakıtlardan vazgeçilmesi, sıfır emisyon - sıfır insan hakları ihlali ilkesinin benimsenmesi, iklim değişikliğinden etkilenen insanların yeniden uyum süreçlerine yardımcı olunması, herkesin bilgilenme, katılım ve çözüm yolu bulma haklarının güvence altına alınması, etkilenen insanların kayıp ve zararlarının telafisi, uluslararası işbirliği ve şirketlere yönelik düzenlemeler ve şirketlere dönük tavsiyeler yer aldı.