Roboski ve Cezasızlık

Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü Murat Çekiç

Türkiye'de insan hakları alanındaki en önemli kronik hastalıklardan biri cezasızlık. Neredeyse her insan hakları ihlalinin altını kazıyınca ortaya çıkan köklü bir canavar. Bu kronik hastalık, iki yıl önce 34 insan, bu ülkenin kendi halinde vatandaşları, bu ülkenin silahlarıyla katledildiğinde de yine kendini gösterdi. Aileleri ölülerini gömerken bir insanın en doğal hakkını haykırıyorlardı: "Adalet istiyoruz!" Tıpkı yıllardır Galatasaray Meydanı'nda toplanan analar gibi, tıpkı toplu mezarlardan ölülerinin kemiklerini ayıklamaya çalışan aileler gibi, tıpkı Gezi Parkı protestolarında hayatını kaybeden gençlerin anaları gibi! Ancak nasıl ki adalet bütün bu saydığımız ihlaller için kendini göstermedi, Roboski de öldürülen 34 gencecik insan için de yok!

Adalet kavramı hayatını kaybedenlerin ailelerine verilen tazminat miktarlarından çok daha büyük ve geniştir. Adalet, gerçeği bilmektir. Yaşanan ihlallerden kimin sorumlu olduğunu açığa çıkarılması ve sorumluların adil bir biçimde yargılanması gerçekleşmeden adalet mümkün olmaz! O nedenle Roboski'ye adalet hala gelmedi! Olayın yaşandığı günden bu yana tarafsız, bağımsız ve adil bir soruşturma gerçekleştirilmedi. Bilgilerin en net haliyle ortaya çıkarılması mümkün olmadı. Türkiye'de daha önce yaşanan bir çok hak ihlalinde olduğu gibi, yetkililer bu olayın üzerini de cezasızlık örtüsüyle örtüp bir çukura gömmeyi tercih ettiler. Adalet eksik kaldı! Her ne kadar ölen 34 kişinin ailelerine tazminat sağlansa da, aileler gerçeği öğrenene ve adalet yerini bulana kadar bunu bir kenara bırakmaya hazır. Zaten bu kadar büyük ve ağır bir ihlal karşısında tazminin ne olduğu Birleşmiş Milletler standartlarında açık. Bugüne kadar atılan adımlar BM'nin ilgili standardının çok gerisinde.

Uluslararası Af Örgütü, 2012 yılının Şubat ayında Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin'e bir mektup gönderdi. Mektupta "yetkililerden bağımsız, tarafsız ve derinlemesine bir soruşturma yürütülmesini" istedi. Ayrıca, "Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukuku uyarınca iddia edilen insan hakkı ihlallerinin hızlı bir şekilde, derinlemesine ve etkili bir şekilde bağımsız ve tarafsız organlar tarafından soruşturulmasını güvence altına almakla yükümlü olduğu" hatırlatıldı. "Türkiye’nin aynı zamanda sorumluların adalete teslim edilmesini de güvence altına almakla yükümlü olduğunu" da dile getirildi. Ancak, bugüne kadar bu talepler bir yana, adaletin gerçekleşmesi için umut verici hiç bir adım atılmadı.

Yaşananları soruşturmak isteyen insan hakları kuruluşlarının, “güvenlik endişeleri” sebebiyle askerler tarafından bombalamanın yaşandığı bölgeyi ziyaret etmelerine izin verilmedi. Oysa bu konuda uluslararası standartlar açık. Hükümetler sivil toplum temsilcilerinin, insan hakları ihlallerine ilişkin inandırıcı gerekçelerin olduğu bölgelere araştırma ve gözlem yapmak için girmesini engellememelidir. Uluslararası Af Örgütü yetkili makamlardan, sivil toplum temsilcilerinin girişinin neden engellendiği konusunda bir açıklama yapmasını istedi. Ne yazık ki, kayda değer bir cevap gelmedi! Savcıların yürüttüğü soruşturmada bombalamaya dair koşulların tam olarak açıklanmayacağı endişesini söz konusuyken bu kadar açık bir biçimde insan hakları örgütlerini engellemek cezasızlık korkusunu bir kez daha nüksettirmekten başka neye yarar ki!

İnsan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılması ve etkilenenlerin yüreklerine az da olsa ferahlık verilmesinin tek yolu gerçek bir adalet. Roboski'deki çoğu çocuk 34 insanın aileleri de adaleti herkes kadar hak ediyor! Hatırlarsanız Hrant Dink sokak ortasında katledildikten sonra adalet aramaya başlamıştık her yıl "Aradan bir yıl geçti, iki yıl geçti, üç yıl geçti" diye sayarak. Yedi yıl oldu hala sayıyoruz. Roboski'nin ardından iki yıl geçti. Daha sayacak mıyız? Çocukların aileleri daha ne kadar dayanacak? Peki, Türkiye'de yetkililer adaletin bir lütuf değil bir hak olduğunu ne zaman anlayacak?