Her Şeyi Geride Bırakmak – Suriyeli Bir Ailenin Güvenliğe Doğru Yolculuğu

Cilina Nasser, şu anda İstanbul’da bulunan Uluslararası Af Örgütü Suriye Araştırmacısı

“Gelecek hakkında düşünmüyorum… Geride bıraktıklarımız hakkında düşünüyorum. Babama düzgün bir hoşça kal diyemedim ve onu gömmedim bile. Bunu kim, nerede yaptı bilmiyorum.”

Ahmet’in umutsuz düşünceleri onu ve genç ailesini bir yılı aşkın süredir sarmalamış olan korku ve alt üst olma haline dair küçük bir ipucu veriyor. Suriye’de devam eden silahlı çatışmalar onları tekrar tekrar güvende olabilecekleri ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir yere gitmeye zorluyor.

27 yaşındaki vasıfsız işçi, 23 yaşındaki eşi Meryem ve iki küçük çocukları, ülke içinde yerinden edilmiş kişiler olarak Suriye içinde dolanarak aylar geçirdiler ve sadece yedi ay içinde iki kez mülteci oldular – ilki Lübnan’a ve sonra da şu anda bulundukları Türkiye’ye geçtiklerinde.

Onlarla en son sığınma yerleri olan Türkiye’nin en büyük şehri İstanbul’da tanıştım. Son altı haftadır İstanbul’un yoksul muhitlerinden Sultangazi’deki Pir Sultan Abdal Cemevi’nde yere kurulmuş bir çadırda yaşıyorlar.

Çadırlarındaki bir halının üstüne oturduk. Burada Ahmet hiç bitmeyecek gibi gözüken alt üst olma hikâyesini anlattı.

Konuşurken, iki yılı aşkın bir süre önce evini son kez gördüğü gün kötü bir şekilde yaralanan sol bacağını uzattı.

Meryem Ahmet’in unuttuğu bir detayı vermek için ara sıra araya giriyor, bozuk Arapçasını anladığımdan emin olmak için el kol hareketleri yapıyordu. Hem kendisi hem de Ahmet Türk kökenli birer Suriye vatandaşı. Ataları 1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından bu yana Suriye’de yaşıyor.

İki yılı aşkın bir süre önce Ahmet ve ailesi Suriye’nin kuzeyindeki Halep’te bulunan al-Masaken mahallesindeki evlerindeyken evleri bombalandı. Darbe çatının çökmesine sebep oldu ve Ahmet’in babası enkazın ortasında hareketsiz olarak yerde kaldı. Ahmet, “Koltuğunun altındaki yaradan babamın kemiklerini görebiliyordum… ve ben de yaralandığımı söyleyebilirim çünkü her iki bacağımda da ağır kanama vardı” dedi.

Ahmet ve ailesi babasını geride bırakmak zorunda kaldı çünkü Ahmet apar topar al-Razi hastanesine götürüldü. Burada sol bacağındaki kemiklere metal çubukların takıldığı bir ameliyat geçirdi. Aile gidecek başka yerleri olmadığındandoktorlardan hastanede kalmayı rica etti. Burada bir hafta kaldılar ve Halep’te Kürtlerin çoğunlukta bulunduğu Şeyh Maksud bölgesinde bir parkta korunacak yer buldular.

Oraya varmalarından bir gün sonra, Kürt Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile bir başka silahlı grup arasında yakınlarda çıkan çatışma sonucu parktaki ülke içinde yerinden edilmiş kişiler korunmasız hale geldi. Parka sığınanlar korku içinde Şeyh Maksud’un yerleşim bölgesine doğru koşmaya başladı. Ahmet ailesine çocukları alıp kendilerini kurtarmalarını söyledi. “Ameliyattan yeni çıkmıştım. Koşamıyordum.” Eşi bunu reddetti ve onsuz gitmeyeceğini söyledi. Eşi, Ahmet’in annesi ve abisiyle beraber yürümesine yardım etti. Kaçanlar arasında bulunan ailenin kuzeni arkadan vuruldu. Mermi göğsünde büyük bir delik açarak onu deldi geçti ve oracıkta onu öldürdü. Görüntü kaotikti – erkekler, kadınlar ve çocuklar dehşete kapılmış halde çığlık atıyordu. Bazı kadınlar korkudan kendilerini dövüyordu. Diğerleri kalabalıkta kaybolan çocukların isimlerini haykırıyordu.

Ahmet ve ailesi Halep’in Şeyh Maksud bölgesine gelene kadar yürümeye devam etti. Daha fazla yürüyemeyen Ahmet dinlenmek için kaldırıma uzandı ve ailesi bir binaya sığındı. Ama dehşete düşmüş başka bir grup insan bölgeye doğru koştu ve Ahmet’in tüm bedeni, yaralı bacağı da dâhil olmak üzere çiğnendi. “Yüzüme ayakkabı üstüne ayakkabı basıyordu ve ayakkabıdan başka bir şey göremiyordum.” Yaralandı ve ağzından, bacaklarından kan gelmeye başladı.

Bir adam Ahmet ve ailesinin bir taksi bulup başkent Şam’a kaçmalarına yardım etti. Ülke içinde yerinden edilmiş birçok başka kişinin barındığı Tişren Bahçesi’nde kalamadılar, diğer ailelerle beraber dört ay kullanılmayan bir polis hastanesinde barındılar ve sonra aşağı yukarı bir ayda bir daire tuttular. Ama Ahmet Şam’da ailesinin geçimini sağlayamadı ve Hizbullah’ın Beyrut’un güneyindeki varoşlarda mültecilerin barınmasına yardımcı olduğunu duyduktan sonra Lübnan’a gitmeye karar verdiler.

Lübnan’a gittiler ve Beyrut’un Hay El Sellum varoşunda küçük bir dairede kaldılar. Ahmet sokakta ayakkabı boyacısı olarak çalışmaya başladı. O ve Meryem Hizbullah’ın temel ihtiyaçlarını karşıladığını söylediler – bir buzdolabı, bir gaz ocağı, çatal bıçak takımı, kap kaçak ve ev için gerekli diğer malzemeler ve Hizbullah bağlantılı bir süpermarketten alışveriş yapmaları için kişi başına aylık 42,000 Lübnan poundu (28 ABD doları) değerindeki harcama belgeleri. Meryem, “Komşular her gün pişirdikleri yemeklerden yollardı… orada hiçbir şeyden mahrum değildik” diyor.

Ama Beyrut umdukları sakin liman değildi. 9 Temmuz 2013’te yakınlarda bulunan ve Hizbullah’ın kalesi olan Bir al-Abed bombalandı; 50’yi aşkın kişi yaralandı ve Ahmet ve orada yaşayan Suriyeliler için işler değişti. Patlama Suriye’de devam eden çatışmayla bağlantılı olarak görüldü çünkü Hizbullah Suriye’deki rejim lehine çarpışmaya girmişti. Beş hafta sonra bombalar Bir al-Abed’i kasıp kavurdu ve bu sefer en az 20 kişinin canını aldı.

Hizbullah üyeleri Ahmet de dâhil olmak üzere güneydeki varoşlarda yaşayan Suriyelileri geçmişlerine dair sorguya çekmeye başladı. Ahmet’in Alevi olması onlar için önemli değilmiş gibiydi. Yaralanmış olması şüphe uyandırdı – Beyrut’un güney varoşlarına casusluk yapmak için gelmiş bir düşman savaşçısı olmasından korkuyorlardı.

Patlamalardan sonra Beyrut’un güney varoşlarına gelmiş Suriyelilere karşı duyulan daha genel bir kaygı ve saldırganlık hakim olmaya başladı. Mahalleden bazı genç erkekler sabahları Ahmet’e yaklaşıyor -onu koruyan komşular işe gittikten sonra- ona gitmesi için bağırıyor ya da yüzüne tokat atıyorlardı.

Hay El Sellum’da ilk patlamayı takip eden altı ila sekiz hafta içinde en az altı kez saldırıya uğradıktan sonra Ahmet artık gitme zamanının geldiğine karar verdi. Aile Şam’a döndü ve al-Majreh Bahçesi’nde ülke içinde yerinden edilmiş diğer birçok aileyle beraber 10 gün geçirdi. Daha sonra mültecilerin Türkiye’de daha iyi muamele gördüğünü duydular.

Aile bir kez daha eşyalarını topladı ve kuzey Suriye’nin İdlip valiliğindeki Binniş’e doğru yola koyuldu. Burada diğer akrabalarına katılarak onları Türkiye sınırına yakın bir yerde bırakan bir minibüse bindiler. Gecenin ortasında bir bariyere doğru yürürken kendilerine yöneltilmiş bir lazer ışığı gördüler. Birkaç silahlı adam onlara yaklaştı, onlara küfretti ve tüm para ve eşyalarını çalıp kaçtılar.

Beş parasız kalan Ahmet ve ailesi Türkiye’ye geçti ve bir minibüs şoföründen kendilerini Kilis’e götürmesini rica etti. Adam onları boş bir yerde bıraktı. Meryem’in gözleri dolarken Ahmet o geceyi şöyle anlattı: “Çok soğuk ve sisliydi ve yanımızda hiçbir şey yoktu. Ne bir battaniye, ne bir yorgan, hiçbir şey. Çocuklarım soğuktan ağlıyordu.”

Ahmet karısı ve çocuklarının uyuması için bulduğu mukavva ve naylonu yere koydu. Meryem, “O bütün gece uyumadı” dedi. 

Sabah bölgede yaşan biri onları gördü ve evine davet edip onlara yemek ve biraz para verdi. Gaziantep’e gittiler ve Meryem’in kız kardeşinin ailesinin tek odalı dairesinde bir hafta kaldılar. Bir hafta sonra tekrar -bu sefer halen bir çadırda yaşamakta oldukları İstanbul’a- gitmeye mecbur kaldılar.

Bir Alevi ve Suriye rejimi yanlısı olarak Ahmet ağırlıklı olarak rejim karşıtı gördüğü Gaziantep mülteci kampına gitme konusunda tedirgindi. “Şimdi Sünniler Alevileri ve Aleviler de Sünnileri öldürüyor” dedi.

Güvenlik gerekçeleriyle tüm isimler değiştirilmiştir.