• Blog

Gözden ırak, gönülden ırak: AB-Türkiye anlaşması, Avrupa’nın dar görüşlü sığınma ve göç politikasının sembolüdür

İrem Arf, Uluslararası Af Örgütü Göç Araştırmacısı

*Bu yazı, euronews'da yayımlanmıştır.

Merve*, savaş nedeniyle Halep’i terk etmek zorunda kalmadan önce öğretmenlik yapıyordu. Avrupa’ya ulaştığında ise kendisine “tam bir insan değilmiş gibi” muamele edildiğini hissetti.

Merve’yle Yunanistan’ın Sisam adasındaki Vathi kampının önünde görüştüğümüzde, “Neden bu korkunç ve tehlikeli kampta kalmak zorunda olduğumuzu anlayamıyorum. Ne kadar zaman buna katlanabileceğimi bilmiyorum” dedi. Kendisi iki aydan fazla bir süredir bu kampta yaşıyor.

Eğer buna yaşamak denebilirse. Aşırı kalabalık, pislik içinde ve etrafı dikenli tellerle çevrili Vathi kampı, hiç kimsenin kendi isteğiyle kalabileceği bir yer değil.

Merve, yalnız bir mülteci kadın olarak kendini güvende hissetmediği küçük bir tekneyle, Türkiye’den yola çıkarak, Ege denizi boyunca yolculuk yaptı. Savaşın dehşetleri ve zulümden kaçan diğer birçok insan gibi o da, Avrupa’da hayatına  güven içinde yeniden başlayabileceğini düşünüyordu. Ancak Vathi kampında sürdürdüğü hayatta “sürekli korku içinde” olduğunu söylüyor.

Merve, düzensiz şekilde Yunanistan adalarına ulaşan herkesi Türkiye’ye geri göndermek için iki yıl önce AB’nin Türkiye ile imzaladığı anlaşma nedeniyle adalarda mahsur kalan binlerce kişiden biri. Fakat Türkiye’nin sığınmacılar için güvenli bir üçüncü ülke olduğu yanılgısına düşen anlaşmanın, herkesin hızlıca Türkiye’ye geri gönderilebileceği varsayımı da yanlıştı. Anlaşma imzalandığından beri Yunanistan adalarına ulaşan yaklaşık 60.000 kişiden yalnızca 1.570’i Türkiye’ye geri gönderildi.

Anlaşma öncesinde, adalara ulaşan insanlar günler içinde değilse de en azından haftalar içinde Yunanistan’da anakaraya geçebiliyordu. Şimdiyse birçoğu, başlangıçtaki kayıt işlemleri için tasarlanan kamplarda aylarca kalmak zorunda.

Yunanistan yetkililerinin bildirdiğine göre, Vathi kampının 700 kişilik kapasitesi olduğu halde 2.400’den fazla kişi kalıyor. Benzer şekilde aşırı kalabalık ve hizmetlerin tam olarak sağlanamadığı yerlerde erkekler, kadınlar ve çocuklar sağlıksız yaşam koşullarına maruz bırakılıyor; sağlıkları, güvenlikleri ve emniyetleri her gün tehlikeye atılıyor.

Yakın zamanda ziyaret ettiğimiz kampta, aralarında çocukların da bulunduğu yüzlerce kişinin sık sık yağan yağmurlarla sırılsıklam olan çadırlarda uyuduğunu gördük. Kampta kalanlar için her yer tehlike dolu.

Anne ve babalar geceleri, küçük çocuklarını ve bebeklerini ısırmalarından korktukları fareleri kovalamak için nöbet tuttuklarını söylüyor.

Kadınlar, güneş battıktan sonra duş almanın veya tuvaletleri kullanmanın güvenli olmadığını düşünüyor çünkü duş ve tuvaletlerin kapıları yok. Geceleri uyurken bile kendilerini güvende hissetmediklerini söylüyorlar.

Çadırlara elektrik sağlanmadığı için birçok aile uzatma kablolarıyla elektrik sorununu gidermek zorunda kalıyor. Çocukların koşup oynadığı yerlerde açıkta bulunan elektrik kablolarından endişe duyuyorlar ancak başka seçenekleri yok: elektrik olmazsa ısınamazlar.

AB-Türkiye anlaşmasının amacı, “insan kaçakçılarının iş modeline son vermek ve göçmenlere hayatlarını tehlikeye atmak dışında bir alternatif sunmak” olarak belirtilmişti.

Mültecilerin Yunanistan’dan ayrılarak AB ülkelerine ulaşmak için daha önce kullandığı Balkan yolunun da kapatılmasının etkisiyle, Yunanistan adalarına ulaşan göçmen ve mültecilerin sayısı önemli ölçüde azaldı. Yine de birçoğu, insan kaçakçılarına güvenerek AB sınırlarından düzensiz şekilde geçmeyi sürdürüyor.

Türkiye’deki mültecilerin hala Avrupa’ya doğru tehlikeli ve düzensiz yolculuklara çıkmak dışında gerçek bir alternatifi yok. 7 Mart 2018 itibariyle Türkiye’deki 3.5 milyon Suriyeliden sadece 12.476 kişi bir AB ülkesine yerleştirildi.

Şaşırtıcı olansa, anlaşmanın kusurlu koşullarına ve tüm bu yetersizliklere rağmen bir başarıymışcasına gibi övülmesi. Anlaşmayı destekleyenler, Yunanistan adalarına ulaşanların sayısı ile Ege denizindeki ölümlerin sayısının önemli ölçüde azaldığına işaret ediyor. Fakat anlaşma imzalandığından bu yana Ege denizinde 130 insan hayatını kaybetti. Giderek daha fazla sayıda insanın, adalarda mahsur kalanların kaderini paylaşmamak için Yunanistan ile Türkiye arasındaki kara sınırı üzerinde bulunan nehri geçmeye çalıştığını, birçok kişinin de nehri geçmek isterken öldüğünü duyuyoruz.

Hiç kimse ölümlerin engellemesine itiraz etmez. Ancak insanları Yunanistan adalarında bulunan kamplardaki dayanılmaz koşullara maruz bırakmak ve geri göndermekle tehdit etmek de bu soruna çözüm değil.

Daha güvenli ve yasal yollar devreye sokulmalıdır. Böylece mültecilerin çıkmaya zorlandığı tehlikeli yolculuklara gerçek ve sorumluluk bilinciyle üretilmiş bir alternatif sağlanmakla kalınmaz, mültecilerin AB üyesi devletlere daha adil bir şekilde dağıtılmasına yardımcı olacak ve yeni gelenlerle ilgili daha düzenli bir yönetim sistemini güvence altına alacak bir yöntem oluşturulur. Ayrıca, mülteciler çaresizlik içinde korumaya gereksinim duydukları sürece görünür veya görünmez engeller inşa etmenin, onları bu engellere doğru yola çıkmaktan alıkoyamayacağının bilinmesi gerekir. Ya o engeller ortadan kaldırılır ya da yeni çatlaklar bulunur. İkincisi gerçekleşirse Avrupa kaos ve trajedileri önlemek için bir kez daha hazırlıksız olacaktır.

Yunanistan adalarındaki durum, AB’nin sığınma ve göç politikasını net bir şekilde özetliyor. Bu politika, göç yönetimini ve mültecilere yönelik sorumluluğu Avrupa dışındaki veya sınırındaki ülkelere doğru dışsallaştırmaya dayanıyor. Siyasetçiler ise savaş ve zulümden kaçan insanlarla ilgili algıladıkları sorunu kendilerinden uzaklaştırarak, Avrupa’nın sığınma sistemindeki temel kusurları ve herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiği yeni bir sisteme olan ihtiyacı görmezden gelebiliyor.

*Merve, gerçek ismi değildir.