Füsun Üstel, barış bildirisini imzaladığı için ifade özgürlüğü hakkı açıkça ihlal edilerek cezaevine gönderilen ilk akademisyen

Vatandaşlık ve milliyetçilik üzerine yaptığı akademik çalışmalarıyla bilinen Prof. Dr. Füsun Üstel hakkında verilen 15 aylık hapis cezası nedeniyle cezaevine giriyor. Prof. Dr. Üstel, sadece “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisini imzaladığı için cezaevine girecek olan ilk akademisyen. “Barış için Akademisyenler” olarak anılan ve davaları devam eden yüzlerce akademisyen de cezaevine girme riskiyle karşı karşıya. 124 ayrı davada da imzacıların “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama”yı suç sayan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. Maddesi gereğince yargılanması için Adalet Bakanlığı’ndan izin istendi.

11 Ocak 2016’da yayımlanan ve başlangıçta 1.128 akademisyen tarafından imzalanan bildiri, hükümet ile PKK arasında “Çözüm Süreci” adı altındaki geçici barış sürecinin Temmuz 2015’te sona ermesinden sonra Güneydoğu Bölgesi’nde başlatılan askeri harekatları eleştiriyor ve barış müzakerelerine yeniden başlanması çağrısında bulunuyordu. Sonraki aylarda 1.084 akademisyenin daha barış bildirisini imzalamasıyla birlikte imzacıların toplam sayısı 2.212’ye ulaştı.

Bildiride ifade edilen görüşler ifade özgürlüğü hakkının koruması altındadır ve bu görüşler hiçbir şekilde nefrete veya şiddete teşvik niteliği taşımıyor. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, imzacıları kamuoyuna açık bir biçimde ve defalarca “terörist” olarak adlandırdı ve cezalandırılmaları için savcılara çağrı yaptı. Bunun sonucunda, medyada başlatılan karalama kampanyası nedeniyle birçok imzacı ölüm tehditleri aldığını bildirdi.

Barış bildirisini imzalayan akademisyenlerin birçoğu cezai soruşturmalar ile disiplin soruşturmalarına uğrarken, yüzlercesi Türkiye’nin çeşitli devlet ve vakıf üniversitelerindeki işinden keyfi olarak ihraç edildi veya istifa etmeye zorlandı. Muğlak bir şekilde “terör örgütleriyle iltisaklı olmak” ile suçlanarak iki yıllık olağanüstü hâl döneminde çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle ihraç edilen 406 akademisyenin ömür boyunca kamu sektöründe çalışması da yasaklandı.

24 Nisan 2019 itibariyle, 691 akademisyen, “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” suçundan yargılandı veya yargılanmaya devam ediyor. Davası sona eren 185 akademisyenin hepsine 15 ay ile 36 ay arasında değişen hapis cezaları verildi. Bu cezaların çoğu ertelendi.

Profesör Füsun Üstel ise 4 Nisan 2018’de İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 15 ay hapis cezasına mahkûm edildi. Üstel’in istinaf başvurusu İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından 25 Şubat 2019’da reddedildi ve mahkûmiyet kararı onandı. Hakkında hapis cezasına hükmedilen diğer 31 akademisyenin istinaf başvuruları henüz sonuçlanmadı. Ancak Füsun Üstel’in bir sayfalık istinaf kararında kişiye özel ve ayrıntılı bir gerekçenin olmaması, istinaf mahkemelerinin etkili itiraz yolu sunabileceğine ilişkin umutları ortadan kaldırıyor.

UAÖ Türkiye Strateji ve Araştırma Yöneticisi Andrew Gardner konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Profesör Füsun Üstel’in çok önemli bir konu hakkında fikirlerini özgürce ifade ettiği için cezaevinde bir dakika bile geçirecek olması kabul edilemez” dedi. Andrew Gardner, sözlerini şöyle sürdürdü:

Akademisyenlerin yalnızca barış bildirisini imzaladıkları gerekçesiyle yargılanması ve mahkum edilmesi, Türkiye’deki ceza adalet sisteminin yetkililerin duymak istemediği sesleri susturma aracı haline geldiğini bir kez daha gösteriyor. Yetkililer, akademisyenleri düşünceleri ve söyledikleri nedeniyle cezalandırmak yerine, ifade özgürlüğü hakkını etkili bir şekilde korumalı ve hiç kimsenin bir fikri ifade ettiği için misillemeye uğramamasını güvence altına almalıdır.”

“Barış bildirisi” imzacılarının davaları Aralık 2017’de başlamıştı. Tüm imzacılar aynı metni imzaladığı halde, savcılık veya mahkemeler aralarından 124 akademisyenin “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” (TCK Madde 301) suçundan da yargılanmasını istedi. İddianameler kopyala-yapıştır yöntemiyle hazırlanmış olmasına rağmen akademisyenlerin çoğunun bireysel olarak yargılanması ve haklarında birbirinden farklı cezalara hükmedilmesi yasal belirsizlik yaratıyor.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana yüzlerce gazeteci, medya çalışanı, insan hakları savunucusu ve siyasi aktivist, suç niteliği uluslararası kabul görmüş fiilleri işlediklerine dair hiçbir kanıt olmaksızın uydurma ve siyasi suçlamalarla mahkeme önüne çıkarıldı. Hedef alınan kişilerden birçoğu uzun süreler boyunca tutuklu yargılandı.

Arka Plan

Türkiye, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 19. Maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesi gereğince ifade özgürlüğü hakkını güvence altına almakla yükümlüdür. Bu hak mutlak olmamakla birlikte, ifade özgürlüğüne yönelik sınırlandırmalara, bu sınırlandırmalar ancak meşru bir amaç doğrultusunda gerekli ve orantılı olduğunda izin verilebilir. Savaş propagandası veya nefret ya da şiddete teşvikin engellenmesi de bu amaçlar kapsamındadır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. Maddesi, uluslararası insan hakları hukuku gereğince ifade özgürlüğüne yönelik izin verilebilir sınırlandırmaların ötesine geçmektedir. “Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” ile ilgili olan 26. Madde, ifade özgürlüğüne yönelik usule aykırı bir sınırlandırmadır.

Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör Örgütü Propagandası Yapma”yı yasaklayan 7/2. maddesi muğlak ve fazlaca geniş kapsamlı olup, şiddet içeren ve suç teşkil eden yöntemleri savunarak propaganda yapmayı net bir biçimde tarif etmiyor. İlgili madde defalarca şiddet içermeyen düşüncelerin ifade edilmesini yargılamak için kullanıldı.

Hükümet ile PKK arasındaki geçici barış sürecinin Temmuz 2015’te sona ermesinden sonra, Türkiye’nin güneydoğusunda sokağa çıkma yasağının ilan edildiği kentlerde polis operasyonları ve askeri harekatlar başlatıldı. Sivillerin yaşadığı mahallelerde ağır silahların ateşlenmesi de dahil olmak üzere hukuka aykırı güç kullanımı, bu harekatların temel niteliği haline geldi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre Ağustos 2015 ile Ağustos 2016 arasında erkekler, kadınlar, küçük çocuklar ve yaşlıların da aralarında bulunduğu en az 321 kişi sokağa çıkma yasaklarının yürürlükte olduğu kentlerde öldürüldü. Bu durum, hükümetin ölenler arasında çok az sayıda kişinin silahsız olduğu iddialarına dair derin şüphe yaratıyor.