3. Havalimanı İşçileri Davası – İlk duruşmanın ardından

3. Havalimanı inşaatı devam ederken, 14 Eylül 2018 tarihinde, inşaatta çalışan işçiler, iş cinayetleri ve kazaları, çalışma şartlarının ağırlığı, maaşların zamanında veya hiç ödenmemesi, yatakhane ve yemekhanelerdeki hijyen sorunları gibi bir dizi çalışma koşullarına ilişkin şikayetle eylem başlatmıştı. Bu eyleme polis ve jandarma biber gazıyla müdahalede bulunmuş, neticede işçiler tarafından hazırlanan 15 maddeden oluşan talep listesinde de bu sorunların çözümü yanında, işçi ve formenlerin aynı yemekhanede yemek yemeleri, işçi kıyafetlerinin verilmesi, eyleme katılan işçilerin işten atılmaması gibi talepler yer almıştı. Ancak bu talepler işveren tarafından kabul edilmedi.

15 Eylül 2018 günü, Jandarma, işçilerin kaldıkları koğuşlara sabaha karşı, kapıları kırarak bir baskın düzenledi ve İnşaat-İş Sendikası’nın verilerine göre, 543 işçi gözaltına alındı. Gözaltına alınan işçilerden 24’ü tutuklandı, ancak bu sayı daha sonraki tutuklamalarla birlikte 31 kişiyi buldu.

Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı, Terör, Kaçakçılık, Ekonomik ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından hazırlanan iddianamede 61 kişi hakkında, tümü için ayrı ayrı “Görevi Yaptırmamak İçin Direnme”, “İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali”, “Kamu Malına Zarar Verme”, “Toplantı ve Yürüyüşlere Silah veya 23.Mad. Belirtilen Aletlerle Katılma” ve “Mala Zarar Verme” suçları kapsamında cezalandırma talep edildi. Davanın ilk duruşması 5 Aralık 2018 günü görüldü. 

Duruşmanın gerçekleşmesi beklenen Gaziosmanpaşa 14. Asliye Ceza Mahkemesi duruşma salonuna gittiğimde, salon küçük olduğu için duruşmanın 5. katta görüleceğini öğrendim. Yukarı çıktığımda, bir başka mahkemenin daha büyük olan salonunda duruşmanın yapılacağını düşünüyordum. Ancak kata ulaştığımda duruşma salonu ararken karşıma yemekhane ve bu yemekhanenin kapısında bekleyen bir kalabalık çıktı. Bu sayede duruşmanın Adliye’nin personel yemekhanesinde olacağını öğrendim. Bu benim için bir ilk ama artık şaşırtıcı da değil. Duruşma salonlarına sığmayan kalabalıklar ve talep edilen büyük salonların hemen her zaman dolu olması zaten bir tekrardan ibaret. Duruşmaların kamuya açıklığı prensibi, duruşma salonlarındaki bu fiziki engellerle sürekli olarak ihlal ediliyor. 

Yemekhaneyi duruşma salonuna çevirme hazırlıkları sürerken, 45 dakika kadar orada öylece bekledik. O sırada ve sonrasında düşündüm. Herhangi bir yeri duruşma salonu kılan şey neydi? Duruşma salonları, bu salonların ve adliyelerin fiziki koşulları, ulaşım olanakları gibi birçok ayrıntı adalete erişim ve adil yargılanmanın önemli göstergeleridir.

Kapısında uzun sürelerle beklediğin, binadan içeri girerken ve dahası her aşamada zorlukla karşılaştığınbir bina ve bu duruşma salonlarının, adalete erişimde nerede durduğunu tekrar düşünmek için personel yemekhanesi iyi bir başlangıç olabilir.

Duruşma salonu olan yemekhanede kocaman bir alana yerleştirilmiş sandalyeler, onlarca jandarma ve bir masa. Bu masa hâkimin bugünkü kürsüsü olacak. Öylesine bir masa ve arkasındaki kim bilir nereden getirilmiş “Adalet mülkün temelidir.” yazısının olduğu pano ile buranın bir duruşma salonu olduğuna ikna olmamız gerekiyor.

Fiziki bazı ayrıntılarla duruşma salonu yapılmaya çalışılan bu yerde ne yazık ki, ne sanıkların ne de avukatların söyledikleri duyulabiliyor. Saatler geçtikte duruşmanın ciddiyetinde, salondaki kalabalık açısından bir azalma yaşanıyor ve özellikle jandarmaların salonun köşelerindeki masalara oturduğu bölümlerden bitmeyen bir uğultu yükseliyor. Birkaç gazeteci jandarmaları sessiz olmaları yönünde uyardıysa da duruşma salonunda bir dakika içinde tekrar önceki haline dönen bir düzensizlik hâkim.

Her davada adil yargılanma hakkının ve hakkın güvencesi olan usulün gözetilmesi gerektiği tartışmasız bir konu. Ancak sanıkların hayat hikayeleri, sosyo-ekonomik durumları, adalete olan erişimlerindeki güçlükle adalet gereksinimi artıyor, yokluğu ise hukuki ve vicdani olarak daha ezici, rahatsız edici bir hal alıyor.

Tutuklu işçiler duruşmaya kelepçeli bir şekilde getirildi. Avukatların talebiyle kelepçeler ancak çıkarılabildi. Bilindiği üzere, Ceza Muhakemesi Kanunu açık bir şekilde sanığın hâkim huzuruna bağsız (yani kelepçesiz) olarak alınacağını düzenler. 

31 işçi bu dava ile tam 3 aydır tutuklu. İşçilerin aileleri, bakmakla yükümlü olduğu kişiler bulunduğunu ve çok zor koşullarda hayatlarını devam ettirdiklerini anlatmaya gerek var mı? İlerleyen saatlerde bizzat işçiler tarafından aktarılan hikayeler, yani işçilerin ifadeleri bu gerçeği ağır bir şekilde tekrar hatırlamamızla sonuçlandı.

İşçilerin ifadelerinden önce avukatlar söz alarak iddianamenin suç ve delillerin tasnif edilmesi, delillerin suçla ilişkilendirilmesi gibi temel noktalardaki hukuka aykırılıkları üzerine bir açıklama yaptılar. Bu haliyle iade edilmesi gereken iddianamenin kabul edilerek mahkeme önüne gelmesi nedeniyle, derhal beraat talebinde bulundular. Talep reddedildi.

Ancak bu açıklamalar sırasında avukatların verdiği bilgiler, mutlaka doğrudan aktarılmayı hak ediyor.

600 kişi sabaha karşı, kapıları kırılarak gözaltına alındı. Bunların sadece 400 kadarı kayıtlı gözaltıydı. İşçilere “avukat istemeyin başınıza bir şey gelir” dendi. Günlerce avukatlar olarak kapılarda bekletildik, işçilerle görüştürülmedik. İşçiler hakarete, şiddete, tehdite maruz bırakıldılar. Bunlar neden iddianamede yer almadı?”

Avukatlar gözaltında yasak sorgu yöntemleriyle ifade alındığını aktardılar. Bilindiği gibi, ceza yargılaması ilkeleri ve adil yargılanma hakkının sağladığı güvenceler bakımından zorlama, tehdit ve her türden kötü muamele altında alınan ifadeler hukuka aykırı delil olarak kabul ediliyor. Bu yolla elde edilen delillerin ise mutlak surette dosyalardan çıkarılması gerekiyor. Bu doğrultuda mahkemenin, hâkimin bu iddiaları yargılamanın her aşamasında dikkate alma ve soruşturma ödevi de mevcut. İşçiler bu yasak sorgu yöntemlerinin uygulandığına dair birçok aktarımda bulundular.

Örneğin bir işçi, ifadelerin işveren temsilcisinin de bulunduğu bir ortamda alındığını, bir başka işçi ifadesi alınırken kafasına vurulduğunu, kulağının çekiştirildiğini, yine bir başkası kendilerinden haber almak üzere gelen kadın milletvekilleri hakkında komutanın çok ağır küfürler sarf ettiğini ve bu haliyle korkunç bir psikolojik baskı ve şiddet altında ifade vermeye zorlandıklarını ifade etti. Darp ve tehdit, ifadelerde aktarılan diğer ihlaller oldu.

İşçilerin Mahkeme önündeki ifadelerine geçildiğinde, Jandarmaların sanığın her iki yanında, sanığa oldukça yakın bir mesafede ve kafasını çevirmeden rahatlıkla görebileceği bir açıda durmalarına avukatlar, sanık üzerinde baskı kurulduğunu, sanığın kendisini ifade verirken rahat hissetmediğini söyleyerek itiraz ettiler. Hâkim, duruşmadaki güvenliğin kendi yetkisi alanı dışında kaldığı, bu işin Jandarma’ya ait olduğunu söyleyerek talepleri yönlendirmekten imtina etti.

İşçilerin ifadelerinde aktardığı ortak sorunlar, esasen eylemler başlamadan hemen önce yine kendi el yazılarıyla yazdıkları taleplerle aynıydı. İşçiler tahtakuruları yüzünden ışık açık yattıklarını, kollarında ayaklarında bu nedenle yaralar olduğunu, pis, küflü yataklarda yattıklarını, saatlerce bitmeyen 1000 kişilik servis kuyruklarında beklediklerini ve böylece öğlen arasını tamamen yemek sırasında bekleyerek geçirdiklerini, kendilerine son kullanma tarihi geçmiş yemeklerin verildiğini, yaptıkları eylemle hakları olan bir şeyi, kötü koşulların değiştirilmesini istediklerini söylediler. Yine bazı ifadelerde arkadaşlarının gözlerinin önünde ölümden döndüğünü ve arkadaşlarını iş cinayetinde kaybettiklerini anlatanlar oldu. 

İşçiler dışında sendikacılar da , sendikacıların işçilere yasal hakları olduğunu hatırlatmalarının görevlerinin bir parçası olduğu, sendikanın ilgili Kanun kapsamında kurulmuş, yasal izin ve kayıtları olan, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış sendikal hakların kullanımının doğrudan karşılığı olduğu konusunda ifade verdiler. 

Duruşma sonunda Mahkeme, sorgusu yapılamayan tek bir sanık dışındaki 30 tutuklu sanığın yurtdışı çıkış yasağı ve her hafta imza karşılığı adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verdi.                  

Bir sonraki duruşma 20 Mart 2019 günü görülecek. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi olarak davayı, örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının güvence altına alınması talepleriyle birlikte takip ediyoruz.              

Av. Duygu Türemez
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi
Dava Gözlem Program Sorumlusu