• Blog

İşgal Altındaki Filistin Topraklarında İsrail’in Apartheid Rejimi

Uluslararası topluma derhal ateşkes çağrısında bulunmalarına yönelik çağrımızı yineliyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde, Gazze'de acilen insani ateşkes talep edilen karar tasarısına karşı oy kullanan ABD ve çekimser kalan Birleşik Krallık dışında, Güvenlik Konseyi'nin tüm üyeleri karar taslağının lehinde oy kullandı. BM Güvenlik Konseyi'nin kitlesel sivil katliamını durdurmaya yönelik anlamlı eylemini engellemeye devam etmenin hiçbir gerekçesi olamaz. Veto hakkının kullanılması ahlaki açıdan savunulamaz. Tekrar yineliyoruz, tüm taraflar acil ateşkes ilan etmeli ve uluslararası toplum insan haklarından yana tavır almalı!

7 Ekim’den bu yana tüm dünyanın gözü İsrail/İşgal Altındaki Filistin Topraklarında. Ancak, insan hakları hareketindekilerin gözü 7 Ekim 2023’ten önce de bu topraklardaydı. Uluslararası Af Örgütü olarak, 1 Şubat 2022'de yayımladığımız "İsrail'in Apartheid Rejimi: Filistinlilere Yönelik Irksal Ayrımcılık ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar" başlıklı raporumuzda, İsrail yetkililerinin Filistinlilere yönelik işledikleri suçları "apartheid" (sistemsel ayrımcılık) olarak tanımladık. Bölgedeki çatışmaları incelerken Apartheid rejimine dair bulguları tekrar anımsatmanın önemli olduğunu düşünüyorum. 

İsrail ve Filistin’de tüm taraflar ateşkes ilan etmeli[1]

Uluslararası insancıl hukuk uyarınca çatışmanın tüm tarafları siviller ve sivil yapılarla savaşçılar ve askeri hedefler arasında daima ayrım yapmalı ve saldırılarını yalnızca savaşçılara ve askeri hedeflere yöneltmelidir. Sivillerle askeri hedefler arasında gerektiği gibi ayrım yapmayan gelişigüzel saldırılar diğer bir deyişle ayrım gözetmeyen saldırılar yasaklanmıştır. Sivil can kayıplarına ve yaralanmalara neden olan veya sivil yapıları hasara uğratan gelişigüzel bir saldırı gerçekleştirmek, sivilleri kaçırmak ve rehin almak uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştır ve savaş suçu teşkil edebilir.

7 Ekim 2023’te Hamas ve diğer silahlı grupların İsrail’e gelişigüzel roket saldırıları düzenlediğini savaşçılar gönderdiğini ve bu savaşçıların sivilleri toplu halde kasten öldürmek ve rehin almak gibi savaş suçları işlediğini belgeledik. 

Aynı zamanda İsrail güçlerinin kitlesel sivil kayıplara yol açan, aileleri bütünüyle yok eden ve yerleşim bölgelerini yıkıma uğratan gelişigüzel saldırılarına ilişkin çarpıcı kanıtları da belgeledik. Edindiğimiz kanıtlar gösterdi ki, İsrail güçlerinin yaptıkları da savaş suçu kapsamındadır. İsrail ordusunun 10-16 Ekim 2023 tarihleri arasında Lübnan’ın güney sınırında yürüttüğü askeri operasyonlarda yangın çıkarıcı bir silah olan beyaz fosfor içeren top mermileri ateşlediğini belgeledik. Beyaz fosfor kullanımı uluslararası insancıl hukuk uyarınca kısıtlanmıştır.

İsrail ordusunun işgal altındaki Gazze Şeridi’nde sivillerle dolu evlere gerçekleştirdiği iki ölümcül ve hukuk dışı hava saldırısında ABD yapımı Müşterek Doğrudan Taarruz Mühimmatı (JDAM) kullanıldığını saptadık. Bu hava saldırılarının doğrudan sivilleri veya sivil yapıları hedef alan veya gelişigüzel saldırılar olduğunu tespit ettik. 

İsrail'in Gazze'ye yönelik kuşatması su, yiyecek ve yakıt dahil olmak üzere ihtiyaçların bölgeye girişini engelliyor. Gazze Şeridi'ndeki 2 milyondan fazla insan kuşatma altında hayatta kalma mücadelesi veriyor. İsrail'in işgal altındaki Gazze Şeridi'ne 16 yıldır uyguladığı yasadışı ablukanın yol açtığı insani felaket, çatışmalar derhal durdurulmadığı takdirde daha da kötüleşecek. 

Sivillere yönelik katliamın durdurulması ve Gazze'ye insani yardım erişiminin sağlaması için tüm taraflar derhal kalıcı ateşkes ilan etmeli!

7 Ekim öncesi Filistinlilerin yaşadığı hak ihlalleri

İsrail, 1948’den bu yana Yahudilerden oluşan bir demografik hegemonya sağlama ve bunu sürdürme politikasının yanı sıra, toprakların ve kaynakların kontrolünü Yahudi İsraillilerin lehine en üst düzeye çıkarma politikası da izlemektedir. 7 Ekim öncesinde de Filistinliler, Gazze’de, Doğu Kudüs’te, El Halil’de ya da İsrail’de, yani yaşadıkları her yerde aşağı bir ırksal grup muamelesi görüyor ve haklarından sistematik olarak yoksun bırakılıyorlardı[2]. 1 Şubat 2022’de yayımladığımız araştırmamızla bu sistemi Apartheid olarak tanımladık ve İsrail’e, Filistin’e, Birleşmiş Milletlere ve uluslararası topluma bu sistemi bitirmesi için tavsiyelerimizi sunduk. 

Apartheid nedir?

Apartheid sistemi, bir ırksal grubun diğer bir ırksal grup üzerinde kurduğu kurumsallaşmış baskı ve tahakküm rejimidir. Bu noktada, öncelikle İsrail’in Filistin ve Yahudi halklarını nasıl bir ‘ırksal’ grup olarak ele aldığını açıklamak gerekir.  Irk ve ırksal grupların varlığı meselesi çetrefilli bir konudur, ancak Apartheid sistemini çözümlemek için uluslararası hukuktaki Apartheid çerçevesi içindeki kullanımına dayanarak ele almak gereklidir. İsrail yasalarına baktığımızda bu gruplamayı daha net bir şekilde görmekteyiz. Mayıs 1948’de İsrail Devletinin Kuruluş Bildirgesi, bir Yahudi devleti ilan etti. İsrail yasaları, Yahudi kimliğini, bağlama bağlı olarak, dinsel, soya dayalı ve/veya ulusal ya da etnik bir kimlik olarak algılar ve ele alır.  İsrail yasaları, Filistinlilere Yahudi olmayan, ırksallaştırılmış Arap statüleriyle tanımlanan aşağı ve ayrı bir grup olarak muamele ediyor. Bu teorik açıklama biraz kafa karıştırıcı olabilir, fakat raporumuzda saptadığımız çarpıcı bulgular İsrail’in Filistinlilere dönük uygulamalarına neden Apartheid sistemi dediğimizi daha anlaşılır hale getirecektir.

Filistinlilerin hak ihlallerine dair bulgular

Filistinli topluluklar Yahudi İsraillilerden ayrı muamele görmesinin yanı sıra mekânsal olarak da ayrıştırılmışlardır. 1950’de çıkartılan “Geri Dönüş” yasası, tüm dünyadaki Yahudilere İsrail’e göç etme hakkı tanırken, 1947-49 çatışmalarında zorla yerinden edilmiş yüz binlerce Filistinli’nin evlerine dönmesi yasaklandı. İlerleyen dönemlerde başlayan ve günümüze kadar devam eden bir uygulama olarak ise Filistinliler, statülerine ve yaşadıkları yerlere bağlı olarak değişen düzeylerde ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Örneğin, İsrail’in 1967’den beri nüfus kayıtlarını kontrol ettiği Batı Şeria ve Gazze’de Filistinlilerin vatandaşlığı bulunmamakta ve birçoğu devletsiz kabul edilerek bölgede yaşamak için İsrail ordusundan kimlik kartı almak zorunda bırakılıyor. Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilere vatandaşlık yerine kalıcı oturum izni verildi; ancak 1967’den beri 14 binin üzerinde Filistinlinin oturma izni İçişleri Bakanlığı tarafından iptal edildi ve bunun sonucunda bu kişiler şehrin dışına çıkmak zorunda bırakıldı. Son olarak ise, İsrail sınırlarında yaşayan Filistinlilere vatandaşlık verildi ancak uyruk verilmedi. 

İsrail’in planlama ve inşa politikaları Filistinlileri kasıtlı bir şekilde dışlıyor. Örneğin, 68 bin civarında kişinin yaşadığı 35 Bedevi köyü, İsrail tarafından “tanınmıyor”. Bu nedenle, bu köyler elektrik ve su kaynaklarından faydalandırılmıyor ve devamlı olarak yıkımların hedefi oluyor. Köylerin resmi statüsü olmadığı için sakinleri de siyasi katılımda kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor ve sağlık ve eğitim hizmetlerinden dışlanıyor. Bu zorla yerinden etmeye varan koşullar birçok insanı evini veya köyünü terk etmeye zorluyor.

İsrail yetkilileri, 1990’ların ortalarından beri İşgal Altındaki Filistin Topraklarında yaşayan Filistinlilere giderek sertleşen dolaşım kısıtlamaları uyguluyor. Askeri kontrol noktaları, bariyerler, çitler ve diğer yapılardan oluşan bir ağ, İşgal Altındaki Filistin Topraklarında Filistinlilerin dolaşımını kontrol ediyor ve İsrail’e veya yurtdışına seyahatlerini kısıtlıyor.

Filistinlilerin evsiz bırakılması ve yerinden edilmesi, İsrail’in Apartheid sisteminin kritik bir unsurudur. İsrail devleti, kuruluşundan bu yana Filistinlilerin arazilerine çok geniş çapta ve zalimane bir biçimde el koyuyor ve onları küçük, kuşatılmış yerleşimlere sıkıştırmak için sayısız yasa ve politika uygulamaya devam ediyor.İhlallerin detaylarına ulaşmak için internet sayfamızda yer alan raporumuzu inceleyebilirsiniz.

Ne Antisemitizm ne Apartheid!

İsrail hükümetine yönelik tüm eleştirimiz uluslararası hukuka ve İsrail’in politikalarının Filistinlilere verdiği büyük zararın ve ıstırabın kanıtlarına dayanmaktadır. İsrail ya da Yahudi halkını değil, İsrail hükümetini eleştiriyoruz.

Uluslararası topluma harekete geçmekle yükümlü olduklarını geçen seneki raporumuzla beraber de hatırlattık. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda süregelen soruşturmasında apartheid suçunu değerlendirmeli; tüm devletler, apartheid suçunun faillerini adalet önüne çıkarmak üzere, evrensel yargı yetkisini kullanmalıdır. 

Uluslararası topluma derhal ateşkes çağrısında bulunmalarına yönelik çağrımızı yineliyoruz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde, Gazze'de acilen insani ateşkes talep edilen karar tasarısına karşı oy kullanan ABD ve çekimser kalan Birleşik Krallık dışında, Güvenlik Konseyi'nin tüm üyeleri karar taslağının lehinde oy kullandı. BM Güvenlik Konseyi'nin kitlesel sivil katliamını durdurmaya yönelik anlamlı eylemini engellemeye devam etmenin hiçbir gerekçesi olamaz. Veto hakkının kullanılması ahlaki açıdan savunulamaz. Tekrar yineliyoruz, tüm taraflar acil ateşkes ilan etmeli ve uluslararası toplum insan haklarından yana tavır almalı!

Damla Kuru
Savunuculuk Koordinatörü
Uluslararası Af Örgütü Türkiye


[1] Ateşkes çağrısıyla çıktığımız acil eylemimize internet sitemizden ulaşıp, acil eylemimize katkıda bulunabilirsiniz. https://www.amnesty.org.tr/icerik/israil-ve-filistinde-tum-taraflar-ateskes-ilan-etmeli

[2] İsrail’deki Filistinli vatandaşlar, İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda yaşayan Filistinlilere kıyasla daha geniş haklardan yararlanırken, Gazze’deki Filistinlilerin deneyimleri Batı Şeria’da yaşayanlardan çok daha farklı. Yine de araştırmamız tüm Filistinlilerin aynı genel sisteme maruz kaldığını gösteriyor