İsrail ordusunda askerlik yapmayı reddeden bir aktivist: Öldürmeyi ve baskıyı simgeleyen bir üniformayı giyemezdim

Itamar Greenberg, defalarca hapsedilen 18 yaşında İsrailli bir vicdani retçi. Greenberg, zorunlu askerlik hizmetine çağrılmasının ardından İsrail ordusuna katılmayı reddettiği için art arda beş kez İsrail’in merkezindeki Neve Tzedek Askeri Cezaevi’nde kaldı. Bu yazıda, İsrail ordusunda görev yapmayı neden reddettiğini anlatıyor. 

 

Merhaba, ben Itamar Greenberg. 18 yaşında bir uzlaşma, eşitlik ve adalet aktivistiyim. İsrail ordusuna katılmayı reddettiğim için İsrail’de bir askeri cezaevinde 197 gün hapis yattıktan sonra birkaç ay önce serbest bırakıldım. 

Bnei Brak’ta, Haredi (ultra-Ortodoks Yahudi) bir ailede doğdum. İsrail’de nüfusun yüzde 14’ünü oluşturan Haredi, son derece içe kapalı bir toplumdur. Çevremde, tamamen dini sebeplerden ötürü askerlik hizmeti akla bile getirilmezdi bile. 

12 yaşımdayken, Haredi bir çocuk olarak anaakım İsrail toplumuna ait olmanın tek yolunun orduya katılmaktan geçtiğini fark ettim. O farkındalıktan geçenlerde cezaevinden çıkmama kadarki yolculuk, milliyetçi propaganda ile akılcı, etik düşünce arasında derinlemesine düşünmeyle ve iç çatışmalarla doluydu. Sorular sormaya başladım; yalnızca yetiştirildiğim dini inançla ilgili değil, insanlıkla ve sonuçlarıyla da ilgili sorular… 

SOYKIRIM İŞLENMESİNE DAHİL OLAMAZDIM 

Çoğu İsrailli için askerlik hizmeti sadece bir yasal zorunluluk değil, aynı zamanda bir gereklilik, bir gurur ve itibar göstergesi. Ne var ki İsrail ordusunun milyonlarca Filistinlinin kontrol edilmesi ve baskı altında tutulmasındaki rolüyle ilgili daha çok şey öğrendikçe, askere gitmenin yalnızca İsrail toplumuna açılan bir kapı olmadığını, aynı zamanda bir şiddet, tahakküm ve baskı sistemine bilfiil katılmak anlamına da geldiğini anladım. Orduya katılırsam sorunun da bir parçası olacağımı fark ettim. Anaakım İsrail toplumu ile ahlak arasında bir seçim yapmam gerekiyordu ve bene de ahlakı seçtim. 

Bu karar, tek bir çarpıcı anın sonucu değil, uzun bir öğrenme ve ahlaki hesaplaşma sürecinin doruk noktasıydı. Öğrendikçe, öldürmeyi ve baskıyı simgeleyen bir üniformayı giyemeyeceğimi daha iyi anladım. 

Tüm bunlar, işgal bağlamında reddetmekle ilgili. Benim durumumda ise askere gitmeyi reddetmek, soykırım bağlamında gerçekleşti. Soykırım işlenmesine dahil olmak istemediğim için reddettim. Ben, soykırım refusenik’iyim (refusenik tabiri, İsrail’de vicdani retçiler için kullanılır). 

DIŞLANMAYI VE CEZAEVİNİ GÖZE ALMAK GEREKİYORDU 

İsrail’de siyasi ve ahlaki nedenlerden ötürü askere gitmeyi reddetmenin ağır bir kişisel bedeli var. Toplumsal açıdan, dışlanmaya ve ayıplanmaya yol açabilir. Yasal açıdan, (Filistinli İsrail vatandaşlarının durumunda olduğu gibi bazı muafiyetler ya da belirli sebepler dışında) askerlik hizmeti zorunlu olduğu için, vicdani sebeplerle askere gitmeyi reddetmek hapis cezası öngörüyor. İsrail ordusunda bir albay tarafından defalarca askeri hapis cezasına mahkûm edildim. Beş ayrı dönemde, toplamda 197 gün hapis yattım. Tutukluluğumun son saatlerine kadar daha kaç ay hapiste kalacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. 

Askeri cezaevlerinde koşullar çok sert. Diğer tutuklulardan gelen tehditler yüzünden tecrit edildiğim günler oldu. Her gün yaklaşık dört saat boyunca esas duruşta durmaya zorlandım. Yine de okudum, düşündüm ve yazdım. Bu sayede zihnim berraktı. Derin bir sükûnetle, doğru olanı yaptığımı biliyordum.  

ÇOCUKLAR SADECE FİLİSTİNLİ DOĞDUKLARI İÇİN DEHŞET İÇİNDE YAŞIYOR 

Her an özgür kalabilirdim, tek yapmam gereken askere gitmeyi kabul etmekti. Gel gör ki dışarıda planlı bir etnik temizlik ve yıkım meydana gelirken bunu nasıl kabul edebilirdim? 

Çocuklar, yaptıkları herhangi bir şey yüzünden değil, sadece Filistinli doğdukları için devamlı hayatlarından korku duyarak, varoluşsal bir dehşet içinde yaşıyor. Bu çocuklarla dayanışma eylemi olarak bir cezaevi koğuşuna girmeyi seçtim ve onlardan önce serbest bırakılmayı istemek gibi bir niyetim yoktu. Veya belki de onları öldürmemeyim diye girdim o koğuşa. 

Her durumda, tıbbi veya ruhsal sağlık sebepleriyle muafiyet gibi bir şey talep etmeyi reddettiğim için tutukluluğum bu kadar uzun sürdü. Gazze’deki katliamı durdurmaları dışında bir şey isteyebilirmişim gibi gelmiyordu. Sonunda (İsrail ordusu) pes etti. Akli dengemle ilgili yalan söylemeyeceğimi ya da serbest bırakılmak için başka bir talepte bulunmayacağımı anladılar. 

İKİNCİ SINIF VATANDAŞ MUAMELESİ  

Reddetmenin pratik sonuçları da oldu. İsrail’de ordu yalnızca askeri bir kurum değil, aynı zamanda topluma açılan bir kapı. Askerlik yapmayanlar otomatik olarak ikinci sınıf vatandaş muamelesi görür. Kapılar kapanır, fırsatlar azalır; mesaj gayet açıktır: Sistemin parçası değilsen burada gerçek bir yerin yoktur. 

Reddim sırf kişisel bir tercih değildi; siyasi bir beyandı ve İsrail toplumu buna göre tepki verdi. Bir yanda aktivistler ve radikal sol üyeleri desteklerini ifade etti. Diğer yanda ise İsrail halkının büyük çoğunluğu beni hain olarak görüyor. Antisemit ve terörist sempatizanı olarak anılıyorum. 

Yakın çevremde bile kolay olmadı. Bir kısım arkadaşım duruşumu kabullenmekte zorlandı ve benimle bağlarını kopardı. Ancak reddimi salt kişisel bir mücadele olarak görmüyorum. Bu; militarizme karşı, baskıya karşı, şiddetin akla gelen ilk yanıt olduğu bir gerçekliğe karşı verilen daha büyük bir mücadelenin parçası. Ve şiddet sadece bir önvarsayım olmaktan çıkmakla kalmamalı, tamamen konu dışı kalmalı.  

NAMLULULAR ÜZERİNE ADİL BİR TOPLUM İNŞA EDEMEYİZ 

Genel anlamda, hümanistlerle faşistler arasındaki fark, -şaşırtıcı olmayacak şekilde- insanlığa duyulan inançtır. Ama bildiğimiz üzere, faşizme inananlar bile içlerinde bir iyilik tohumu taşırlar. Faşizme olan inançları elbette ki bize onları temel insan haklarından yoksun bırakma hakkı vermez; çünkü nihayetinde bizzat faşist olmak istemeyiz.  

Adalet için mücadele etme hakkımız, adil davranma kararlılığımızdan gelir. Nehir ile deniz arasındaki gerçeklik ancak bu mücadelenin önemini güçlendirir. Silah namluları üzerine adil bir toplum inşa edemeyiz. Toplu öldürmeler ve apartheid asla “güvenliğe” giden bir yol olamaz; bunlar, insanlığa karşı işlenen suçlardır.  

HAYAL KURACAK ZAMANIMIZ YOK, ŞİMDİ DİRENME VAKTİ  

Ben bu satırları yazarken, İsrail 18 Mart’ta Gazze genelinde geniş çaplı hava saldırıları başlatarak bir kez daha “Gazze cehenneminin kapılarını açtı”, çocukları ve bir bütün olarak aileleri uykularında öldürdü.  

Dünyanın dört bir yanında insanlar İsrail’in işlemekte olduğu soykırımı konuşuyor. Raporlar, köşe yazıları ve araştırmalar yayımlanmaya devam edecek. Uluslararası toplum “kaygılarını ifade etmekle” yetinemez. İsrail’e silah transferleri durdurulmalı. Uluslararası suçlardan sorumlu olan İsrailli liderler yargılanmalı. Soykırıma ve apartheid’a derhal son verilmeli. 

Yazıyı bitirirken umutlu sözler söylemeliyim. Ama hayal kuracak zamanımız yok. 

Şimdi, direnme vakti. 

 

Uluslararası Af Örgütü’nün, İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yönelik soykırımına son verme çağrısına katılmak için kampanyamızı imzalayın.