Sorularla Danimarka'da tecavüz, rıza ve kadının beyanı

Uluslararası Af Örgütü'nün yeni raporu, Danimarka’nın toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda sahip olduğu şöhretin arkasında, Avrupa’da en fazla tecavüz yaşanan toplumlarından birinin gizlediğini gösteriyor. Rapora dair soru ve cevaplar, neden Danimarka'da bu konuda araştırma yaptığımızı ve Uluslararası Af Örgütü'nün tecavüz yasalarında neden ve nasıl bir rıza koşulu aradığına dair ayrıntılı bilgi sağlıyor.

Tecavüzden hayatta kalanlar açısından Danimarka’daki durum Avrupa’nın diğer ülkelerine kıyasla daha mı kötü?

Uluslararası Af Örgütü’nün (UAÖ) Avrupa’da yaptığı araştırma, tecavüzden hayatta kalanların adalete erişiminin Kuzey ülkeleri de dahil olmak üzere bölgenin her yerinde sorun olduğunu gösteriyor. Danimarka bu konuda yalnız değil. Tecavüz, diğer Avrupa ülkelerinin çoğunda olduğu gibi Danimarka ceza hukukunda da rızanın yokluğu temelinde tanımlanmıyor. Bu durum, İstanbul Sözleşmesi’nin yanı sıra uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarının ihlalidir.

Kadınlara yönelik şiddete dair 2014’te Avrupa ölçeğinde yapılan bir ankete göre Danimarka, kadınlara ve 15 yaşın üzerindeki kız çocuklara tecavüzün yaygınlığı konusunda ilk sırada geliyordu (görüşme yapılan kadın ve kız çocukların yüzde 19’u). Ancak anket, polise bildirilen tecavüzlerin sayısının en düşük olduğu ülkelerden birinin de Danimarka olduğunu tespit etmişti. 2017 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi için hazırlanan takip raporunda Danimarka, Üye Ülkeler içinde kadınlara yönelik cinsel şiddet de dahil olmak üzere şiddetin en yaygın olduğu ülke olarak belirlendi.

Öyleyse neden Danimarka?

Bölgenin dört bir yanında tecavüzden hayatta kalan kadınlar ve kız çocuklar adalete erişimde yasal ve fiili engellerle karşılaşıyor, ancak tecavüzden hayatta kalanların değişim yaratmaya yönelik güçlü aktivizmi sayesinde Danimarka’nın önünde durumu iyileştirmek için somut imkanlar var. Danimarka, cesur kadınların öncülüğünde Avrupa’da sekiz ülkenin rızayı temel alan tecavüz tanımlarını kabul etmesini sağlayan değişim dalgasına katılma fırsatını yakalayabilir.

Danimarka Meclisi, Aralık 2018’de tecavüzün yasal olarak rızanın yokluğu temelinde tanımlanmasına ilişkin yasa teklifini, böyle bir değişimin gerekliliğini gösteren kanıt olmadığı gerekçesiyle reddetti. Çok sayıda aktivist, tecavüzden hayatta kalan kişi ve UAÖ’nün de aralarında bulunduğu sivil toplum örgütü mevcut durumda yasanın değiştirilmesi için savunuculuk yapıyor ve yeni bir yasa teklifinin 2019’da meclise sunulması bekleniyor.  

Ama Danimarka toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda en iyi ülkelerden biri değil mi?

Danimarka’nın içinde ve dışında bu ülkede toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığına yönelik yaygın bir algı var. Danimarka’daki sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinden, Danimarkalı Kadınlar Topluluğu’nun üyesi Helena Gleesborg Hansen, UAÖ’nün raporu için şunları söyledi: “Danimarka toplumsal cinsiyet konusunda bir paradoks. Halihazırda eşitlik olduğu, bu yüzden de eşitlik hakkında konuşmaya gerek olmadığı yönünde bir algı mevcut. Bu nedenle de cinsel ayrımcılık veya tecavüzlerin yaygınlığı gibi meselelerin gündeme getirilmesi abartma olarak görülüyor.”

Danimarka gerçekten de hayatın birçok alanında toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamış bir ülke. Örneğin, iş, para ve sağlık gibi konuları ele alan 2017 Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde Danimarka, İsveç’ten hemen sonra ikinci sırada geliyor. Buna karşılık Endeks için hazırlanan, Avrupa Birliği devletlerinde kadınlara yönelik şiddetle ilgili mevcut bilgilere ek bilgiler sağlayan ve Kasım 2017’de yayımlanan takip raporunda Danimarka, diğer devletlerin hepsine oranla kadına yönelik şiddetin en yaygın olduğu ülke olarak tespit edildi ve buna cinsel şiddet de dahildi.

Cinsel şiddetin yaygınlığı ve sorumluların sıklıkla cezasız kalması, Danimarka’nın toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan ülke imajıyla tamamen ters düşüyor. UAÖ, Danimarka yetkililerinin, Danimarka’nın toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçekten sağlamış bir ülke olma imajına uygun hale gelmesini mümkün kılacak değişiklikleri yapma imkanının bulunduğu kanaatindedir.

Neden kadınlara odaklanılıyor? Erkekler de tecavüze uğruyor!

Tecavüz insanların cinsiyeti, toplumsal cinsiyeti veya cinsiyet kimliği her olursa olsun ağır bir insan hakları ihlalidir. Ancak kadınlar ve kız çocuklar bu ihlalden orantısız şekilde etkilendikleri için bu araştırmada ve kampanyada onlara odaklanıyoruz.

Araştırmanız trans kadınları da kapsıyor mu?

Trans kadınlar kadındır. Kadınlar, erkekler, ikili cinsiyet kimliğine karşı çıkanlar (non-binary) ve toplumsal cinsiyet normlarına uymayan kişiler de dahil olmak üzere herkes tecavüzden korunmalıdır. Raporumuzun trans olmayan kadınların deneyimlerini yansıtmakla sınırlı olmasını istemedik. Bu yüzden UAÖ araştırmacıları trans haklarını savunan bir örgütün temsilcisiyle görüştü, ancak görüşme yapacağımız trans kadınlar deneyimlerini paylaşmaya henüz hazır olmadıklarına karar verdi ve araştırmacılarımız bu karara saygı gösterdi. Rapor için görüştüğümüz tecavüzden hayatta kalan kadınların hepsi trans olmayan kadınlar ve raporun bulguları onların deneyimlerini yansıtıyor.

Danimarka’daki transların tecavüzden nasıl etkilendiğine ilişkin herhangi bir veri veya araştırma bulunmuyor. Bu konunun önemli bir araştırma konusu olduğu kanaatindeyiz.

Tecavüzün rıza olmadan cinsel ilişki olarak tanımlanması yeni ve denenmemiş bir kavram mı?

Hayır. Tecavüzün yasal olarak rızanın yokluğu temelinde tanımlanması yeni veya çığır açıcı değil.

Uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarının yanı sıra uluslararası ceza hukuku, cinsel saldırının kişinin cinsiyet özgürlüğünün ihlali olduğu kabulünden yola çıkarak, cinsel saldırının (buna tecavüz de dahil) cinsel ilişkiye rıza gösterilmemesi temelinde tanımlanması gerektiğine dayalı bir anlayış geliştirdi. Bu anlayış, cinsel saldırının meydana geldiği koşulların değerlendirilmesini de kapsıyor.

Danimarka’nın da aralarında bulunduğu 23 Avrupa Birliği ülkesi (ve Avrupa Konseyi’ne üye 33 ülkenin hepsi) tarafından imzalanan İstanbul Sözleşmesi, rızanın olmamasının tecavüz ve diğer türde cinsel şiddete ilişkin tüm yasal tanımların merkezinde olması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Fakat bu ülkelerin çoğu halen tecavüzle ilgili yasal tanımlarında gerekli değişikliği yapmış değil.

Buna karşılık, UAÖ’nün Kasım 2018’de yayımladığı raporunda ele alınan 31 Avrupa ülkesinden 8’inde rızayı temel alan yasalar yürürlükte: Belçika, Kıbrıs, Almanya, İzlanda, İrlanda, Lüksemburg, İsveç ve Birleşik Krallık.

Rızaya dayalı tanım, kanıtlama zorunluluğunu ortadan kaldırır mı?

Hayır. Tecavüzün rızanın yokluğuna dayalı tanımları, kanıtlama zorunluluğunu tecavüze uğrayan kişi açısından kaldırıp tecavüzden sorumlu olduğu iddia edilen kişiye getirmez. Diğer adil yargılanma hakları gibi masumiyet karinesi de korunur.

Rızayı temel alan yasaların yürürlükte olduğu ülkelerde, cinsel ilişkiye rıza olmadan girildiğini ve tecavüzün kasten, sorumsuzca veya ihmalkar bir şekilde gerçekleştirildiğini ispat zorunluluğu yine davacı taraftadır. Soruşturma ve yargılama aşamasında suçlanan kişiye diğer kişinin rıza gösterip göstermediğinin belirlenmesi için hangi aşamalardan geçildiği ile ilgili sorular sorulması, kişinin suçlu varsayıldığı anlamına gelmez.

Rızanın olmadığına ilişkin kanıtların toplanması gerekir. Söz konusu yargılamalarda tehdit veya fiziksel şiddet kullanımının değil, rızanın olup olmadığının belirlenmesi temel unsurdur.

UAÖ cinsel ilişkiye girmek için sözleşme imzalanması gerektiğini mi söylüyor?

Hayır. Rıza kavramı oldukça basit: Biriyle cinsel ilişkiye girmek için, cinsel ilişkiye girmek istediğiniz kişinin de sizinle cinsel ilişkiye girmek istediğini bilmeniz gerekir.

Bu da partnerinizle hem sözlü hem de sözlü olmayan bir iletişim kurmanız ve her türlü cinsel ilişkinin eksiksiz bir karşılıklı uzlaşma içinde gerçekleşmesini sağlamanız anlamına gelir. Sessiz kalmanın veya “hayır” kelimesini telaffuz etmemenin rıza göstermekle aynı anlama gelmediği net bir şekilde anlaşılmalıdır. Genel bir kural: Kuşku duyuyorsanız sorun, sorduktan sonra halen kuşku duyuyorsanız durun. Sormak utanılacak bir şey değildir. Diğer kişi rıza gösterene kadar devam etmemeniz gerekir.

Bir kişi uyuyorsa veya bilinci yerinde değilse cevap veremez ve hiçbir türde cinsel ilişkiye rıza gösteremez. Kişinin gerçekten rıza gösterme imkanının olmadığı diğer durumlar da olabilir: örneğin, zihinsel kapasitesi yetersiz olduğunda veya yetişkin olmadığında.

“Sadece evet, evet demektir” veya “Evet hakkında konuşalım” derken ne kastediyoruz? Rızanın sözlü olması şart mı? Kabul edilebilir tek cevap “Evet” midir?

“Evet” ya da rıza, sözlü ve sözlü olmayan çok çeşitli şekillerde ifade edilebilir. Birbirinin sözlü ve sözlü olmayan işaretlerini fark etmek, sezmek, bunlara saygı göstermek ve iletişim kurmak önemlidir. Etkin katılım, rızaya dayalı cinsel ilişkilerin temel unsurudur.

UAÖ “rıza uygulamaları”nı destekliyor mu?

Hayır. Rıza, sürekli bir iletişim sürecidir ve sınırlar ile konfor düzeyi cinsel ilişki öncesinde ve esnasında değişebileceği için herhangi bir anda ortadan kaldırılabilir. Bu nedenle, kişiler bir uygulama üzerinde rıza göstermiş olsa da herhangi bir aşamada rızalarını geri çekebilir. Bu durum ise birçok “rıza uygulaması”nın göz önünde bulundurmadığı bir durumdur.

“Rıza uygulamaları” yükümlülükle ilgili rıza isterken rızanın etkin katılım, karşılıklılık, eşitlikle ve birbirinin bedensel ve cinsel özgürlüğüne saygı göstermekle ilgili olduğunu göz ardı ediyor.

Haksız suçlamalar ne olacak?

Tecavüzle ilgili haksız suçlamaların yaygın olduğunu gösteren bir kanıt yok. Üstelik, rızayı temel alan yasaların tecavüzle ilgili haksız suçlamaların sayısını arttırdığını gösteren bir kanıt hiç yok. Aksine, tecavüzler, adalet sistemine güvensizlik ve başkalarının inanmayacağı korkusu nedeniyle olduğundan daha az bildiriliyor.

Gerçek şu ki tecavüzü bildirmek çok cesaretli ve kararlı olmayı gerektiriyor. Tecavüzü bildiren kadınlar çoğunlukla suçlanıyor, aşağılanıyor ve bu kadınlara defalarca tecavüzü kışkırtmak için ne yaptıkları veya neden kendilerini belirli bir duruma soktukları soruluyor. Tecavüzden hayatta kalanlar, başkalarının onlara inanmasını hak eder. Beyanları kapsamlı bir şekilde soruşturulmalı ve hak ettikleri desteğe erişimleri sağlanmalıdır.

Fiziksel şiddet içermeyen tecavüzlere ne olacak? Bu türden tecavüzleri daha hafif bir suç olarak mı göreceğiz?

Hayır. Tecavüzü tanımlayan şey rızanın olmamasıdır. Yasalarda veya uygulamada, tecavüze uğrayan kişide yara bere gibi fiziksel şiddet işaretlerinin olmaması veya kişinin fiziksel olarak direnmemiş olması nedeniyle rıza gösterdiği varsayılmamalıdır. Bir kadının gözle görülür yaralarının olmaması, HAYIR dememiş veya direnç göstermemiş olması tecavüze uğramadığı anlamına gelmez. Tecavüze uğrayan “örnek” bir kişinin saldırganla mücadele edeceği beklentisine rağmen, cinsel saldırıya uğrayan kişilerin donup kalmasının yaygın bir fizyolojik ve psikolojik tepki olduğu tespit edilmiştir. Donup kalmak, tecavüze uğrayan kişiyi neredeyse felce uğratarak kişinin saldırıya karşılık vermesini imkansız kılar.

Rıza veya rızanın yokluğu mahkemede nasıl kanıtlanabilir?

Uluslararası ceza hukukundaki gelişmeler, rızanın, yalnızca rıza gösteren taraflardan birinin özgür iradesinin zorlayıcı koşullar altında etkisiz bırakılmadığı ve kişinin rıza göstermeye muktedir olduğu durumlarda özgür bir biçimde ve gerçek manada verilebileceğinin kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır.

Bu nedenle, tecavüzün tanımı, özgür bir biçimde rıza gösterilemeyeceği çeşitli zorlayıcı durumları da içermelidir. Bu durumlar dışında, kanıtlama zorunluluğu davacı tarafta olduğunda, suçlanan kişi davacının rıza gösterdiğinden nasıl emin olduğuna ilişkin sorgulanmalıdır.

İstanbul Sözleşmesi Açıklayıcı Kitapçığı, yargılamalarda “kişinin cinsel ilişkiye özgür bir biçimde rıza gösterip göstermediğinin belirlenmesi için her vakada ayrı ayrı olmak üzere kanıtların bağlam içinde değerlendirilmesi” gerektiğini belirtmiştir. “Böyle bir değerlendirme, cinsel şiddete ve tecavüze verilen davranışsal tepkilerin çeşitliliğini göz önünde bulundurmalı ve benzeri durumlarda sergilenecek tipik davranışlara dayalı varsayımları temel almamalıdır.”

Tarafların beyanlarının çeliştiği davalarda ne olacak?

Tecavüz vakalarında “erkek şöyle söyledi, kadın böyle söyledi” gibi değerlendirmeler, toplumsal cinsiyetle ilgili kalıp yargılardan beslenen yanlış değerlendirmelerdir. Tecavüze ilişkin haksız suçlamaların, örneğin hırsızlık gibi diğer suçlara ilişkin haksız suçlamalardan daha yaygın olduğunu gösteren bir kanıt yoktur.

Bu yanlış değerlendirme, ceza hakimlerinin elinde tarafların birbiriyle çelişen beyanlarından öteye geçerek, bir vakayı mahkemede makul şüphenin ötesinde kanıtlamak için adli tıp kanıtlarından görgü tanıklarının ifadelerine ve diğer güçlendirici kanıtlara kadar çeşitli yöntemlerin olduğunu göz ardı eder.

Kural oldukça basit: Cinsel şiddetten hayatta kalanların tanıklıkları, diğer tüm suçların mağdurlarının tanıklıklarının ele alındığı şekilde ele alınmalı ve tüm davalar incelenecek tüm kanıtların yanı sıra bu tanıklıkları da kanıt olarak değerlendirmelidir.

Rızaya dayalı tanım, yargılama aşamasında daha fazla soru sorulabileceği için tecavüzden hayatta kalanları tehlikeye atar mı?

Uluslararası insan hakları standartları devletlerin, hukuki kovuşturma süreci boyunca “ikincil mağduriyet” yaratılmaması için mağdurları korumasını gerektirir. Rızanın yokluğuna dayalı tecavüz tanımı, bu yükümlülüğe istisna oluşturmaz. Uygulamada ise yetkililer ikincil mağduriyeti önlemek için gerekli adımları her zaman atmıyor ve bu durum hem rızayı temel alan yasal tanımların yürürlükte olduğu hem de olmadığı ülkelerde yaşanıyor.

Uluslararası insan hakları standartları gereğince hem sivil hem de cezai kovuşturmalarda geçmiş cinsel ilişkilere ve kişinin geçmişte nasıl davrandığına ilişkin kanıtların sunulmasına, yalnızca bu kanıtlar konuyla ilgili ve gerekli olduğunda izin verilebilir.

UAÖ, örneğin Birleşik Krallık veya İsveç gibi rızaya dayalı yasaların yürürlüğe girdiği ülkelerde daha fazla sayıda mahkumiyet kararı çıktığını kanıtlayabilir mi?

Mevcut durumda böyle bir korelasyonu gösterecek herhangi bir araştırma bulunmuyor. Fakat rızayı temel alan yasaların kendiliğinden mahkumiyet kararlarının sayısını artıracağını beklemek de bir yanılgıdır. Rızanın yokluğuna dayalı yasalar tek başına tecavüz meselesini ele almak ve önlemek için bütünsel bir çözüm değil, başlangıç noktasıdır. Adalete erişimin sağlanması ve tecavüzün önlenmesi için ilgili uzmanlara eğitim verilmesini de kapsayan yasal değişikliklerin yanı sıra farkındalık yaratmak, yanlış bilgileri ortadan kaldırmak ve uygun cinsellik eğitimini yaygınlaştırmak da büyük önem taşıyor.

Rızayı temel alan tanımlar toplumsal değişimler üzerinde etki yaratabilir ve kişilerin tavır ve davranışlarını etkileyerek tecavüze son verilmesine katkı sunabilir. Yasalar rıza olmadan cinsel ilişkiyi tecavüz olarak tanımlarsa bu yaklaşım toplumun geniş kesimlerine doğru yayılır. Uygun farkındalık yaratma ve kamu eğitim programlarının yasalara eşlik etmesi uzun vadede tecavüzün engellenmesini kolaylaştıracaktır.

Rıza olmadan cinsel ilişkiyi tecavüz olarak değerlendiren yasal tanımların uluslararası insan hakları hukukuna dayandığını vurgulamak da önemlidir. UAÖ, devletlerin sahip olduğu yasal yükümlülüklerin yanı sıra herkesin cinsel özgürlük, bedensel bütünlük ve insanlık onuruyla ilgili insan haklarının korunması ve hiç kimsenin tecavüze uğramadığı bir yaşamın güvence altına alınması gerekliliğinin altını çizerek ilgili yasal değişikliklerin yapılması çağrısında bulunuyor.