19. Duruşma

Yargılanan hak sahiplerinin bir kısmı için kararın 19 Şubat 2020’deki 16. duruşmada açıklandığı Özgür Gündem Ana Dava’dan dosyaları ayrılan Eren Keskin, Kemal Sancılı, Bilir Kaya ve İnan Kızılkaya’nın İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılamalarının üçüncü duruşması 24 Aralık 2020’de görüldü.

Mahkeme heyeti, pandemi koşullarını gerekçe göstererek, yargılanan hak sahipleri ve avukatları dışında hiç kimsenin salona girmesine izin vermedi.

Duruşmada; yargılanan hak sahipleri Eren Keskin ve İnan Kızılkaya ile onları temsil eden 3 avukat hazır bulundu.

Eren Keskin’in Beyanları
Eren Keskin konuşmasına, silahlı örgüt üyesi olmakla suçlanmasının ve mütalaada da ceza talep edilmesinin ne Türkiye’nin iç hukukunda ne de uluslararası hukukunda bir temelinin bulunmadığını söyleyerek başladı. “Örgüt üyeliğinden ceza vermenin belli kıstasları var, bunu Yargıtay kararları da belirlenmiş. Ancak yani ne desem boş olduğunu da biliyorum bunları söylerken” ifadelerini kullanan Keskin, “Cumhurbaşkanı’nın devletin imzaladığı sözleşmeleri kabul etmediği bir yerde mahkeme heyetinin gerçek anlamda objektif bir karar veremeyeceğini düşünüyorum” dedi.

“Ben silahlı örgüt üyesi değilim sadece bunu söyleyebilirim. Burada yargılanan ifade özgürlüğüdür. Bu coğrafyanın en çok baskı gören gazetesine gönüllü olarak genel yayın yönetmeni oldum, yapmadım tabii bu görevi ama gönüllü olarak benim ismim orada yer aldı. Bu nedenle silahlı örgüt üyesi olarak cezalandırılmam istenildi. Bunu kabul etmiyorum.”

Mahkeme başkanı, Keskin’in heyetin objektif olmadığına yönelik eleştirilerine, “Görüşlerinize saygılıyım ama bu dosyadan beraat edenler olduğunu biliyorsunuz değil mi?” cevabını verdi.

İnan Kızılkaya’nın Beyanları
Sözlerine Türkiye’nin evrensel standartlarda bir hukuk devletine kavuşmasının en temel zemini düşünce ve ifade özgürlüğü noktasındaki bütün engellemelerin, kısıtlamaların kaldırılması olduğunu söyleyerek başlayan Kızılkaya; Türkiye’nin Çin’le birlikte dünyada en fazla gazetecinin tutuklandığı ve en fazla gazeteciye dava açılan ülke olduğunu hatırlattı. 

“Özgür Gündem, Türkiye'nin en temel sorunu olan belki de Orta Doğu’nun en temel sorunu olan Kürt meselesine ışık tuttuğu için birçok defa baskılarla karşılaşmıştır ve bu gazete aslında Türkiye'nin aynasıdır. Türkiye eğer reform gereklerini yerine getirecekse en başta Kürt meselesinin rahat tartışılmasını sağlamalı. Kürt meselesini basın yayın organlarında haberleştiren, bu meselenin muhataplarını, taraflarını memlekette gelişen olayları ortaya koyan, bunları haberleştiren, bunu yapan yayın organlarının da yargılanması değil tam tersine bu yayın organlarının kendilerini daha rahat şekilde ifade edebilmesi doğrudur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve diğer evrensel hukuk standartları da biraz bunu gerektiriyor. “

Kızılkaya, yargılamalara konu olan haberlerinin bugüne kadar, yalanlamaya uğramadığını; yanlış olduğuna, haberlerinde manipülasyon yaptığına dair hiçbir veri ve bu yönde hiçbir iddia veya suçlamayla karşılaşmadığını söyledi.  

“Demek ki bu gazete gazetecilik ilkeleri noktasında evrensel standartlarda bir yayın organıdır. Bunun propaganda amaçlı kullanıldığına dair bir saik hukuki değil sadece ve sadece politik gerekçedir. Dolayısıyla konjonktür değiştiği için başımıza gelenler hukukla izah edilecek bir durum değildir. Tam tersine mevcut iktidarın Türkiye'deki mevcut statik konumunu gösteriyor, yani toplumsal meselelere ve Kürt meselesindeki statükocu bakış açısını gösteriyor. Söyleyeceklerim bunlar. Gazetecilik yargılanamaz, biz gazeteciyiz, gazetecilik yaptık. Teşekkür ederim.”

Avukatların Savunmaları

Av. Ercan Kanar’ın Savunması
Eren Keskin’in avukatı Ercan Kanar,  soruşturmanın genişletilmesi talebini paylaştı. Örgüt üyeliğine dair uluslararası kriterleri hatırlattı:

“Biliyorsunuz dün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’nin kararı açıklandı. Ancak henüz 150 sayfa olduğu için tam çevirisi yapılmadı. Fakat kısa çevirisinde gördüğümüz kadarıyla sadece Demirtaş ile ilgili değil genel olarak birçok benzeri davalarda uygulanabilecek örneğin üyelikle ilgili birtakım kriterler koydu. Yani orada açıkça dedi ki, ‘siyasal konuşmalar ve muhalefet bir silahlı örgüt üyesi olduğunu göstermez, illiyet bağı olması gerekir’ dedi.”

Avukat Kanar, mevcut davada üyelik açısından sağlıklı bir tartışma yapabilmek ve hukuk açısından gerçeği bulabilmek için AİHM’nin Demirtaş kararının çevirisinin beklenmesinde yarar olacağını ifade etti.

Mahkeme heyeti başkanı, talepleri değerlendirmek üzere iddia makamının görüşünü istedi. Savcı, avukatların soruşturmanın genişletilmesi talebinin “tüm dosya kapsamında yer alan bilgi ve belgeler dikkate alındığında yargılamanın esasına bir yenilik katmayacağı” gerekçesiyle reddini talep etti. Daha sonra ara kararını açıklayan mahkeme heyeti “yargılamanın geldiği aşama, dosyadaki delil durumu değerlendirilerek, dosyaya bir yenilik katmayacağı anlaşıldığı” gerekçeleriyle talebi oy birliğiyle reddetti.

Talebin reddi üzerine Avukat Kanar savunmasına devam etti. Müvekkilinin Genel Yayın Yönetmeni olması, fazla sayıda yazı yazması ve yazılarının geniş bir zamana yayılmış olmasının 13 Ocak 2020 tarihli savcılık mütalaasında hiyerarşik bir yapı içerisinde yer aldığını ve iradesini örgüte teslim ettiğini gösteren kanıtlar olarak ileri sürüdüğünü hatırlattı:

“Gerçekten ceza yargılaması hukuku açısından hukuktan sapan bir mütalaa, sapkın bir mütalaa. Neden, çünkü çağdaş ceza sorumluluğu kusurlu irade artı tipe uygun fiildir. Ama bu mütalaadaki mantığa baktığımızda tam tersi bir sorumluluk anlayışı getirilmektedir. Nedir o, kusursuz irade ve tipe uygun olmayan fiil yani yasal bir dergide yazılan yazılar var, irade yeri merkezi belli, sorumlu müdürü belli ve legal bir faaliyet, illegal bir faaliyet olarak değerlendiriliyor. İstihraç yöntemiyle örtülü maksat sorumluluğuyla bir ceza sorumluluğu ihdas edilmiş oluyor. Şimdi ben şuna samimiyetle vurgulamak istiyorum, eğer hukuk birinci sınıf öğrencilerinden üç kişilik bir jüri kurulsa ve 314/2 ile ilgili bir soru sorularak öğrencilere cevap alınsa ve böylesi bir cevap verilse yani çok sayıda yazı olması, bunun geniş bir zaman dilimine yayılmış olması, hukuk 1. sınıf öğrencilerinden oluşan jürinin o sınav kağıdına sıfır vereceğini düşünüyorum. “

Avukat Ercan Karar görülmekte olan davanın “siyasi saikle” açılmış bir dava olduğunu ileri sürdü. Davada kriminal bir olgudan mı yola çıkıldığını yoksa davanın siyasi saikle mi açıldığını irdeledi. Bunun saptanabilmesi için soruşturmanın açıldığı dönemin dikkate alınması gerektiğini söyledi:

“Bu soruşturmalar ne zaman açılmıştır, çözüm süreci bittikten sonra. Yine menfur darbe girişiminden sonra ortaya çıkan olağan üstü koşullar sürecinde bu davanın benzeri davalarda olduğu gibi soruşturması açılmıştır. Dolayısıyla bu dava kriminal bir olgudan yola çıkan bir dava değildir.

Mevcut davalarda olduğu gibi bu davalarda da iki temel kırılma vardır. Birisi; ilk kırılma, bir meşrulaştırma aracı olarak hukuk devleti iddiasının tarafsızlık ve nesnellik öğeleri, siyası ve demokratik faaliyetler, haklar eşitliği ögeleri ortadan kalkmaktadır.”

Avukat Kanar, Türkiye’de özellikle son 10 yıldır “Carl Schmitt’in mantığıyla” davalar hazırlandığını ileri sürdü:

“Yani Nazi Almanyası'nın hukukundaki dost düşman ayrımı yapılarak yani normal iktidar yanlısı olsun veya mevcut sistemi eleştirmeyenlere normal ceza yargılaması uygulanmakta fakat eleştiren kesime ise ceza yargılaması hukukunun en alfabetik, en temel ilkeleri bile esirgenmektedir.

Şimdi somut davamızda iktidar suç ve ceza konusunda bilimsel realist bir anlayıştan yoksundur. Oysa hukuki gerçeklik bilimsel gerçeklikle örtüştüğü orantıda üretici, çözümleyici, kalıcı ve inandırıcı olur. Tez ve antitez bir yargı diyalektiğinde doğru kurumlar ise adalete de hizmet edilemez. Dolayısıyla çağdaş ceza sorumluluğu olan kusurlu irade tipe uygun fiil ilkesine mutlaka yargının tüm ayaklarının dikkat etmesi gerekir. Eğer dikkat edilmezse karşı mitin istisna hali yaşama geçmiş olur. Yani muhalifler için ceza yargılaması hukukunun teminat kurallarının ayaklar altına alınması, normal kesimler için de vatandaşlık hukukunun uygulanması.”

Avukat Kanar, iddianamedeki bazı suçlamaların “Türk Ceza Yasası’ndaki suç tiplerine özgü sistematiğini de” tahrip edeceğini ifade etti:

“İddianamede diyor ki, yazılarından militan örgüt mensubu tavırlarının hissedildiği. Hissetmek sübjektif bir değerlendirme. Hissetmekle tip ortaya konamaz. Tam tersine hissetmekle örgüt üyesi kanıtlanamayacağına göre ama iddianame hissetmekle üyelik iddiasında bulundu. Her türlü şevkle şüpheyi giderecek maddi delillerle örgüt üyeliğinin ortaya konulması gerektir. Şimdi yazıların yoğunluğundan yola çıkarak (TCK) 314/2 (Silahlı örgüte üye olma) suçlaması yapmak Türk Ceza Yasası’ndaki suç tiplerine özgü sistematiğini de tahrip etmek olur.”

Av. Sercan Korkmaz’ın Beyanları
Avukat Korkmaz, savunma dilekçesini heyete sunduklarını söyleyerek başladığı savunmasında “daha ilk tutukluluk duruşması gerçekleştiğinde” ileri sürdükleri argümanların duruşma günü itibariyle aynen geçerli olduğunu ifade etti.

Av. Korkmaz, yargılamada hukuki bir eksiklik olarak gördüğü bir hususa dikkat çekti:

“O gün ki siyasi mekanizmanın verdiği karar ve ani olarak başlatılan soruşturma dolayısıyla bu yoğun propaganda suçlamasını kanunda hiçbir şekilde yer olmamasına karşın neye dayandırıldığı belli olmamasına karşın; yoğunluğu, zamanına göre örgüt üyeliğine sokulması gibi bir garabet ortaya çıkıyor ve bunun artık netleşmesi gerekiyor çünkü büyük bir hukuki eksiklik. Nitelendirmede eksiklik ortaya çıkıyor. Çünkü propaganda suçlaması kaç defa yapılırsa, ne kadar zamanda yapılırsa, ne kadar sıklıkla yapılırsa örgüt üyeliği yoksa propagandaya girip girmeyeceği belli değil. Bu tamamıyla subjektif yoruma dönebilecek bir şey. Çünkü mesela Bilir Kaya mütalaada özellikle belirtilmiş, Bilir KAYA'nın sadece 8 gün gazetede genel yayın yönetmenliği yaptığı ve 8 günün örgüt üyeliği için yeterli gelmeyeceği sadece propagandadan yargılanacağı diye bir yorum var. Bu aslında tersinden gidersek örgüt üyeliği suçlamasının nasıl hukuki temele dayanmadığını ortaya koymaktadır. Bunu özellikle belirtmek istiyordum. Önemli olan şu Anayasa Mahkemesi’ndeki (AYM) başvurumuz sayın başkan.”

Mahkeme Heyeti Başkanı Av. Korkmaz’a AYM başvuru sürecinin takvimiyle ilgili bir bilgileri olup olmadığını sordu. Korkmaz cevap verdi:

“Evet bölümler incelemede hatta Adalet Bakanlığı’ndan savunma görüş istendi, verildi, bizde karşı cevabımızı verdik. Bölümler önünde incelemede ve Anayasa Mahkemesi'nin ele aldığı dosyada vereceği kararın önemli ve belirleyici ve hepimize yol gösterici olduğuna inanarak bu hususu önemle belirtiyoruz, değerlendirmenizi talep ediyoruz. Netice itibariyle mahkemenizde görülen bu yargılamada verilecek karar basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı açısından önemli bir derece olacaktır, belirleyici olacaktır. Yazılı talebimizde belirtmiştik beraat talebimizi. Başka bir ekleyecek hususumuz yok.”

Heyet başkanı, savcıya önceki celsede vermiş olduğu mütalaada bir değişiklik olup olmadığını sordu. Savcının önceki mütalaayı tekrar ettiğini söylemesi üzerine karara geçildi.

Karar
İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi;

  1. Mahkemenin müstemir yetkili bir hakiminin yasal babalık izninde bulunuyor olması nedeniyle
    • Mahkemede “müstemir yetkili yedek bir hakimin olmayışı”,
    • Mevcut celse için görevlendirilen yetkili hakimin “bugün itibariyle iş bu dosyanın çok sayıda klasörden ibaret olması sebebiyle incelemesini yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, buna ilişkin öncesinden yeterli bir görevlendirme takviminin öngörülmemiş olması sebebiyle dosyanın karar için incelemeye alınmasına,
  2. Yargılanan hak sahiplerine son sözlerinin gelecek celse sorulmasına, karar verdi.

Bir sonraki duruşma 15 Şubat 2021 saat 10:00’da görülecek.