7. Duruşma

18 ODTÜ öğrencisi ve bir akademisyenin “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” ve bunların içinden bir öğrencinin “kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçlamasıyla yargılandıkları davanın 7. duruşması 8 Ekim 2021’de Ankara’ 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Duruşma öncesinde, duruşma salonunun kapısının önünde teçhizatla donatılmış 10 çevik kuvvet polisi ve altı üniformalı polis memurunun konuşlandırıldığı görüldü.

Duruşmayı izlemek için adliyeye gelen bazı izleyicilerin “adliyede işleri olmadığı” gerekçesiyle adliyenin giriş kapısından alınmadıkları öğrenildi.

İzleyiciler
Duruşmayı basından Medyascope, Artı Gerçek, Mezopotamya Haber Ajansı, Anka Haber Ajansı ve Anayurt Gazetesi’nden muhabirler izledi. Aralarında, 17 Mayıs Derneği, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Kırmızı Şemsiye Derneği, Gökkuşağı Aileleri Derneği (GALADER)’nin de bulunduğu sivil toplum kuruluşları da duruşmayı izledi. Ayrıca; Hollanda, Belçika, ABD, Almanya, İsviçre, Norveç, Fransa ve Danimarka diplomatik misyonlarından temsilciler de duruşmayı izledi. HDP ve TİP’ten üç milletvekili de izleyici sıralarında hazır bulundu. İzleyici sıralarında 50’nin üzerinde kişinin bulunduğu görüldü.

Yargılama
Yargılanan hak sahipleri ve avukatlarının sayısının fazlalığı nedeniyle duruşma adliyenin büyük duruşma salonlarından birinde görüldü. Üniformalı üç polis memuru da salonda yer aldı. Salonun sanıklar için ayrılan kısmında yargılanan yedi hak sahibi, avukatlar için ayrılan kısmında ise 10 avukat hazır bulundu.

Duruşmada beyanda bulunan kişilerin sözleri SEGBİS sistemiyle kayıt altına alındı. Salona girişler sırasında mahkeme salonu yetkilisi duruşma boyunca telefonların sessiz moda alınması uyarısında bulundu.

Avukat Öykü Didem Aydın salonda bulunan üniformali ve sivil polislerin salon dışına çıkartılmalarını talep etti. Hakim, üniformalı polislere hitaben “Bir sorun yok, çıkabilirsiniz” diyerek üniformalı polisleri salon dışına çıkarttı. Avukat Aydın, izleyici sıralarına hitaben “Sivil polis var mı?” sorusunu yöneltti. Salondan herhangi cevap gelmedi.

Avukat Aydın, mütalaadaki “19 sanığın valiliğin izin vermemesine rağmen toplanmaları üzerine açılan davada tüm delillerin değerlendirildiğinde (…) kamera görüntüleri ve bilirkişi raporu doğrultusunda yasaklanması sebebiyle kanuna aykırı gösteriye katıldıkları sabit olduğundan (…)” ifadesini eleştirdi. Savcının vakaları yanlış aktardığını belirten Av. Aydın, Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin dosya içeriğine de sundukları, yasaklama işleminin haksız ve hukuka aykırı olduğu yönündeki kararını hatırlattı:

“Savcılık makamı bir gösterinin kanuna aykırı olduğunu sadece rektörün [öğrencilere mail ile tebliğ edilen yasak kararı] kararına göre mi belirliyor? Bu mütalaanın kanuna aykırı olduğunun mahkemece gözetilmesi gerekir. Rektör, valinin ünvanını gasp edip e-maille yasak koymuş. Müdahaleden önce bozulmuş olan bir kamu düzeni de yok. Öneki yürüyüşlerde ne zaman kamu düzeni bozulmuş? Bu yönde bir tarihsel ve güncel bir bilgi yok.”

 “Polis memuru, üniversitenin rektörü mü dinlendi?” sorusunu soran Aydın, olay günü kamu düzenini bozanın polis olduğunu ileri sürdü:

“Eğer kolluk gücü toplantının yasaklanması için bir neden ortaya koymamış. Ayrıca, başka toplantılar serbestken bunun yasaklanması durumu var. Kolluk tarafından yapılan müdahale demokratik toplumda gerekli mi?”

Avukat Aydın’ın savunması devam ederken, hakimin duruşmanın başında SEGBİS sisteminin düzgün çalışması için duruşma boyunca salonda kalmasını talep ettiği teknik yetkilinin iki kez telefonu çaldı. Yetkilinin kürsünün arkasına geçip düşük sesle telefonda konuştuğu görüldü.

Avukat Aydın, aslında olay günü gerçekleşen iki gösteri olduğunu; bunların ilkinin Onur Yürüyüşü olduğunu ancak gerçekleşen polis müdahalesi ardından artık protesto tepkisinin polise yönelmiş olduğunu ileri sürdü, “Onur Yürüyüşü protestosu bir noktadan sonra polisin [kampüsteki] mevcudiyetini protestoya dönüşmüştür.”

Aydın, savunma yaptığı kürsüde küçük ebatlı bir gökkuşağı bayrağı açarak, öğrencilere bulundukları yerde üzerlerinde gökkuşağı bayrağı bulundurmaları üzerine, “dağılmadıkları” gerekçesiyle müdahale edilmesini eleştirdi:

“Şöyle bir bayrak ne yapabilir insana? Ben böyle bir bayrağı elimde bulundurunca dağılmamış mı oluyorum?”

Av. Aydın polisin Özgür Gür'e müdahalenin gerekçesini bile söylemediğini, "üç dakikanız var" uyarısında bulunduğunu belirtti.

Av. Aydın ve söz alan diğer avukatlar beraat taleplerini yinelediler.

Kampüste yaşadığını ve günlük tüm ihtiyaçlarını kampüste karşıladığını belirten yargılanan bir öğrenci, olay günü kendi bölüm binasına doğru yürürken arkasından “yere yat” denilerek gözaltına alındığı hatırlattı. Yargılanan beş hak sahibinin önceki beyanlarını tekrarladıklarını beyan etmesinin ardından, yargılanan diğer öğrenci Melike İrem Balkan söz aldı.

Melike İrem Balkan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun uygulanırken gözetilmesi gereken üç kriteri tartıştı. Eylemin yasaklı olup olmadığını, göstericilere uyarıda bulunup dağılmaları için makul süre tanınıp tanınmadığı ve güç kullanımın niteliğini ayrıntılarıyla ele aldı.

Balkan, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2006 yılındaki içtihadında suçlandıkları suçun oluşabilmesi için (1) söz konusu gösterinin yasaklanmış olması gerektiğinin, (2) polisin zor kullanabilmesi için polisin uyarıda bulunmasının ardından dağılmaları için göstericilere makul bir süre tanıması gerekliliğinin, (3) zor kullanılabilmesi için göstericilerin direnmiş olmaları gerekliliğinin bulunduğunu belirtti.

Balkan, etkinliğin yasaklandığı iddiasının valiliğin yasağı kaldıran mahkeme kararlarına rağmen rektörlüğün gönderdiği e-postada, valiliğin yasağına referans verilmesi nedeniyle geçerli olmadığını ileri sürdü. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne verdiği cevapta da belirtildiği üzere valilik yasaklarının üniversite kampüslerinde geçerli olmadığını söylenmesine rağmen, eylem sırasında kendileriyle konuşan polislerin de etkinliğe getirilen yasağı valilik kararına dayandırdıklarını söyledi.

“Ya ODTÜ rektörü kendi yetkisini bırakıp olmayan bir valilik kararına dayanıyor ya da kendisi usulsüz bir yasak koyuyor.”

Balkan, polis uyarısından 27 saniye sonra kendisinin, takip eden iki dakika sonra da toplam dört kişinin gözaltına alındığını belirtti. Bir öğrencinin polisin kendisini gözaltına alma anlarına kamera kaydına alması nedeniyle gözaltına alındığını söyledi.

“Dört dakika içinde arkası dönük insanlara gaz kullanılmaya başlandı. Arkalarından gaz fişeği atıldı. Türk hükümeti [Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne verdiği cevapta] kullanılan gücün makul sınırlarda olduğunu iddia ediyor. (…) Görüntüler incelendiğinde 30 dakikada 20 paintball mermisi ateşlendiği görülüyor. İnsanlar direnmemelerine rağmen yerlere yatırılıyor.”

Balkan iki öğrencinin polisin gaz kullanımı sırasında “Yeter artık. Yapmayın.” dediği sırada, iki öğrencinin çimlerde yattıkları sırada gözaltına alındığını; müdahale sırasında bir kişinin kafasının polis arabasına bastırıldığını, “Nefes alamıyorum” demesine rağmen üzerine basıldığını; bazı öğrencilerin oturdukları sırada “Bunu da alın” talimatıyla gözaltına alındıklarını söyledi.

“Ben ODTÜ Onur Yürüyüşü’ne katıldım, düzenledim. Bununla gurur duyuyorum. Bu bir suçsa ben bunu işledim. Benim savunmam bunun bir suç olmadığıdır.”

Yargılanan son öğrenci Özgür Gür kürsüye gelerek söz aldı:

“Ben öncelikle hala neden burada olduğumu bilmiyorum. Bu devletin işi gücü kalmamış mı derdim ama belli ki her geçen gün devletin işi gücü LGBTİ+ların başka hangi hakkını gasp edebilirim diye düşünmekle geçiyor. Ben bu dava başladığında öğrenciydim, bayadır öğrenci değilim ve rahatlıkla söyleyebilirim ki bu dava hayatımda çok şeyi değiştirdi.

Ben bu ülkede polisin şiddetine, hükümetin nefretine maruz kalmış belki de milyonlarca insandan sadece biriyim ve bu nefrete uğramam için sadece var olmam, lgbti+ olmam bile yeterliymiş bunu gördüm. Biliyorum ki yine var olduğu için hayatın her alanında ayrımcılığa maruz kalan LGBTİ+lar, farklı bir düzenin mümkün olabileceğini savunduğu için yargılanan binlerce insan var. Yine de kendimi şanslı addediyorum, ben bugün burada konuşurken yalnız olmadığımı biliyorum. ODTÜ Onur Yürüyüşü’nde sonrasında bana yaşatılanlara karşı ses çıkarabilecek şansım vardı. Bu yüzden aynı zamanda sorumlu da hissediyorum. Benim bugün burada yalnız hissetmediğim gibi her yerimiz nefretle dolmuşken daha üniversiteye yeni girmiş bir lubunya, liseli bir lubunya yalnız hissetmesin diye mücadeleye devam ediyorum, bütün bu yaşadığım saçmalıklara #aybirahatver diyorum.

Bu dava iki yıldır sürüyor. Yani doğrusu gençliğimin, gençliğimizin baharı adliyelerde yalnız bu davayla da daha geçen Hande Buse Şeker cinayetinin davası vardı, bir polis memurunun öldürdüğü trans kadının. Boğaziçili arkadaşlarımın davaları sürüyor. Bu zaman içinde çokça da öğrendim bakarsanız haklarımı ve haklarımın her gün aslında ne kadar çok ihlal edildiğini öğrendim.

Zaten doğuştan sahip olunması gereken haklar için mücadele etmek zorunda kalmak, bunu yaparken bir yandan da yargılamalara maruz kalıyor olmayı aklım almıyor. Duruşmalar geldi geçti. Yalnız bu duruşmayla da kalınmadı birçok göz korkutma taktiğiyle ev baskınlarıyla, soruşturmalarla korkutulmak istedik. E yani ne diyeyim ben hala konuşuyorum, buradayım alışsınlar. Gitmiyorum.

Bilirkişi raporu istendi bir türlü rapor gelemedi, gelen raporsa öyle işgüzar ki:

Mesela ‘kolluk kuvvetleri uyarı yapmış mı’ diye soruyor, videolarda görüyoruz uyarı diye raporda geçen şey parmak sallayan, ‘Yasak yok. Bakın kaldırıldı’ deyince ‘Bana yasa anlatma’ diyen bir polis amiri. Valla bu ülke sağ olsun size değil yalnız anayasa, kanunu yönetmeliği ezberletiyor.

Şiddet uygulayan polislerin yüzünü gösteriyoruz videolardan. Ne bir dava var ne bir soruşturma. Videolardan görmeseydim de inanın anlatabilirdim, gösterebilirdim. Nefretle bakan, nefretle saldıran o yüzleri ben unutmuyorum. Unutamıyorum. Ama merak etmeyin unutsam da her an buradalar. Ne hikmetse her olayda bizim yanımızdalar. Ve hatta bakın bugün dahi belki onlardır belki değildir bilmiyorum ama kendilerinin polis olduğunu bile söylemeyen polisler şu an bu salondalar da.”

Mütalaada geçen iki şeyden bahsetmek istiyorum size: Kanuna aykırı olan gösteri yürüyüşüne katılmak (...)”

Özgür Gür, yasak kararının daha kaç kez yasaklanacağını ve bu durumda yasaklanan şeyin ne olduğunu sordu:

“Polisin biri devlet benim demişti, bu devlet benim devletim değil mi? Bayram sokakta evleri mühürlenen seks işçisi trans kadınların devleti değil mi? Polis bu yetkiyi kendinde nasıl bulabiliyor? Polisi de geçtim karar vericiler bir insan hakkını engellemeyi kendilerine nasıl hak görebiliyorlar?

Hoş şunu diyorum artık ama ülkemde her gün televizyonu açtığımda bu ülkenin bir bakanının nefret söylemleriyle yüz yüze geliyorum. LGBT sapkınları: neyden sapmaktan bahsediyorlar bilmiyorum ama bu kötülükten sapmamızı sağlayacaksa sapkın olmaya razıyım.

(..) Bir bakıyoruz bazı belgelerde LGBT-İ olarak yazılıyor: Sanki terör örgütü ismi kısaltırcasına…

Ayrıca “Birileri bizim var olmadığımızı söylüyor, sözde -bizim- diye ifade ettiği kültürde LGBTİ+ların var olmadığını iddia ediyor. LGBTİ+’lar dünyanın her yerinde her zaman vardılar ve evet bizim kültürümüzde de varlar. Biz biliyoruz ki LGBTİ+lar her zaman bu kültürün de her kültürün de dışında değil, bizzat içinde, bizzat tam orta yerindedir. Bakın, buradayız işte, tıpkı iş yerlerinde, atölyelerde, tezgahlarda, emeğin görünmez olduğu evlerde, sokaklarda, meydanlarda, üniversitelerde olduğumuz gibi…Evet üniversitelerde de varız ODTÜ'de, Boğaziçi’nde bütün üniversitelerde. Bize dayatılan bu düzeni kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz.

Onur Yürüyüşü benim hakkım, LGBTİ+’ların hakkı, insan hakkı ve bir suç olamaz. Eğer bir gün bu düzende Onur Yürüyüşü suç olarak kabul edilirse tekrar söyleyeceğim. Ben Onur Yürüyüşü’nde bulunmakla gurur duyuyorum, düzenlemekle gurur duyuyorum. Yine de biliyorum ki bundan belki 3 yıl sonra belki 5 yıl sonra belki de 10 yıl sonra insanlar Onur Yürüyüşü’ne katıldığımız için yargılanmamıza inanamayacaklar ve şu an komik gelebiliyor olabilir ama bizim varlığımızı yok sayanlar, nefretle saldıranlar o günlerde yargılanıyor olacaklar.”

Özgür Gür kendilerine yöneltilen “birçok kez uyarıya ve zor kullanmaya rağmen dağılmamak” suçlamasına yorum yapma istediğini ancak “Dağılın” uyarısından önce müdahaleye başlanmasından sonraki birkaç dakika içerisinde beni havaya kaldırıp gözaltına alındığı için yorum yapmam mümkün olmadığını söyledi.

Karar
Ankara 39. Asliye Ceza Mahkemesi:

  1. Yargılanan 19 hak sahibinin üzerlerine atılı “Kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız olarak katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasından “suçun unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle beraatlarına,
  2. Yargılanan bir hak sahibinin üzerine atılı “kamu görevlisine hakaret” suçlamasından 365 gün adli para cezasına çarptırılmasına,
    1. Eylemin aleni gerçekleştirilmesi nedeniyle cezanın takdiren 1/6 oranında artırılarak cezanın 442 gün adli para cezasına artırılmasına,
    2. Cezanın para cezasına çevrilerek 8 bin 840TL olarak uygulanmasına
    3. Para cezasının hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına

karar verdi.