İlk Birleştirme Sonrası 1. Duruşma

Gezi Parkı Hak Savunucuları Davası’nda yargılanan 16 kişiden dokuzu hakkında verilen beraat kararı İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından 22 Ocak 2021’de bozuldu. Bozulma sonrası yeniden görülecek dava, 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 21 Mayıs 2021’deki duruşma ile yeniden başladı.

Davanın tek tutuklu sanığı olarak yargılanan Osman Kavala’nın İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusluk amacıyla temin etme” suçlamalarıyla yargılandığı dosyanın, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülen Gezi Parkı Hak Savunucuları Davası dosyası ile birleştirildiği duruşma tutanağına geçirildi.

İzleyiciler
Duruşmayı CHP, HDP ve TİP milletvekilleri, farklı ülkelerin diplomatik misyonlarının temsilcileri, ve aralarında P24’ün bulunduğu sivil toplum kuruluşlarının gözlemcileri ve çok sayıda basın mensubu izledi.
Davaya yoğun ilgi olmasına ve savunma avukatları tarafından duruşmanın daha büyük bir salonda görülmesi önceden talep edilmesine rağmen, duruşma izleyicileri ağırlamakta yetersiz kalan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kendi salonunda görüldü. Salon kapasitesinin yetersizliği nedeniyle çok sayıda izleyici duruşmayı oldukça ayakta ve sandalyelerde sıkışarak şekilde izlemek zorunda kaldı.

Yargılama
1298 gündür Silivri Cezaevi’nde tutulan Osman Kavala, duruşmada SEGBİS bağlantısıyla hazır bulundu. Tutuksuz yargılanan hak sahiplerinden Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay duruşmada hazır bulundular.

Salona giren mahkeme başkanı, salondaki kişi sayısının fazlalığı nedeniyle pandemi şartlarında duruşmanın bu şekilde görülemeyeceğini söyleyerek, salonu diğer iki üye hakimle birlikte terk ederken, “Kendi aranızda anlaşın sayıyı azaltın” dedi. Duruşmaya 10 dakika ara verilerek salon boşaltıldı.

Mahkeme heyeti 10 dakika sonra salona geri geldi. Sandalyelerde yer kalmaması nedeniyle ayakta kalan izleyiciler salondan çıkarıldı. Heyet başkanı “sessizlik sağlandığı anda duruşmaya başlayacağım” dedi. Ekledi:

“Sözlü savunmanın önemini biliyorum. Duruşmayı yapmak istiyorum sessiz bir şekilde. Ses olmasın. Bir an önce yapalım. Sonra kendi aramızda değerlendirelim savunmaları. Bildiğiniz üzere daha büyük bir salon talep ettik ama daha büyük bir salon ayarlayamadık. Bu celselik böyle olsun diyelim. Bu celselik bu salonda yapalım.”

Heyet başkanı duruşma gününe kadarki hukuki süreci ve istinaf mahkemesinin bozma kararını özetledi. Bozma kararına ilişkin beyanlarını almak üzere sözü yargılanan hak sahiplerine verdi.

Yargılanan Hak Sahiplerinin Beyanları
Beyanlara geçilmek üzereyken Necmiye Alpay duruşma salonu kapısı önündeki kalabalığın içinden geçerek salona girdi. Alpay’ın içeri girerken söylediği “Ben bir yargılanayım arkadaşlar” ifadesi salonda gülüşmelere neden oldu.

Kürsüye gelen Mücella Yapıcı beraatını istedi.

Daha sonra kürsüye Can Atalay geldi.  Savunmasına “Hukukumuzda bozma kararı sonrasında serbestlik ilkesi esastır. Bozma kararı kesindir. ‘Ben bozma kararına uymak zorundayım’ dediniz(...)” diyerek başlayan Atalay'ın sözü mahkeme başkanınca kesildi: “Usûlî anlamda söyledim. Aynı kararı da verebilirim.” Atalay devam etti:

“Bozma sonrası serbestlik ilkesi gereğince bu dosyadan beraat vermeniz gerekir. (…) Sanıklar beraat ettiler. Beraat kararı savcılar temyiz etmeden kesinleşti. Tayfun Kahraman arkadaşımla ilgili olarak 2911’den (Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu) kovuşturmaya yer olmadığı kararı kesinleşmiş. Bu dosyadan başka hiçbir şey beklemeden beraat kararı vermeniz gerekir. Vereceğiniz kararın ceza yargılaması açısından olmadığını Türkiye'nin siyasi iklimiyle alakalı olduğunu görüyorum. İstinaf (mahkemesi) diyor ki bu dosyada Çarşı yok. Hukuk fakültesi ikinci sınıfta bize ne anlatırlar? ‘Dosyada olmayan cezada yoktur’ der. Yargıtay gökyüzünün altındaki her şeyi dosyadaymış gibi toplamaya çalışıyor. Yargıtay 16. ve 9. Ceza daireleri Türkiye'nin en önemli kurumları arasındadır. Türkiye'deki özgürlükler hukukuna ilişkin içtihat üretirler. Yargıtay 9. Ceza Dairesi hakkında verilen kararları biliyorsunuz. ‘Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ni Fethullahçılara kim emanet etti’ tartışmasını açmıyorum. Ama bizim dosyamızı açan o. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de bunda kendisini ilgilendiren hiçbir şey yokmuş gibi, kendi dosyasında yine olmayan bir hususu çekip alıyor ve diyor ki "Burada örgüt var bu örgütün araştırılması gerekir. "Daha dün Fethullahçı çeteyle ilgili içtihadını değiştirmiş, yumuşatmış olan Yargıtay 16. Ceza Dairesi "Ooo! Gezi mi dediniz? Gökyüzünün altındaki her şey bunlara yapışacak" diyor.

(…) Kavala'yı ilk tutukladıkları an itibariyle tek soruşturma vardı. Beraat edince cezaevi nizamiyesinden çıkamadan "Yok bunun hakkında 15 Temmuz vardı o soruşturmadan şey yapıyoruz" dediler. Sabahına bu ülkenin en üst makamı Cumhurbaşkanı Erdoğan kükredi. "El çabukluğu marifetiyle beraat ettirdiler, ben bu işi böyle bırakmam" dedi. Bırakmasın. Yargıya bu kadar açıktan müdahale varken bu ülkede yaşayamayız. Türkiye'nin en onurlu direnişini, Cumhuriyet tarihinin en yaygın halk tepkisini Fethullahçı çeteyle ilişkilendirilmesine izin veremeyiz. 15 Temmuz dediğiniz dosyada cumhuriyet tarihinin en yaygın halk tepkisine (Gezi) alçak bir çeteye kanmış olma iftirasını elimizin tersiyle itiyoruz.

Gezi direnişi bu ülkenin kendi halklarının kendi haklarına sahip çıkışının nişanesidir. Ülkenin 12 Eylül cuntasından tamamen çıktığının tabelasıdır. Özgürlüğün, eşitliğin, adaletin bir ihtimal olduğunun kanıtıdır Gezi.

Gezi direnişi hem bu ülkenin hem memleketin hem bizim insanlarımızın kendi kaderini tayin hakkı, kendi kaderine sahip çıkma iradesidir. Gezi eşitlik, özgürlük, adalet, umududur hem memleketimiz hem yakın doğu için. Bu iddianameler Fethullahçı çeteyle suç ortaklığıdır. Biz Gezi’yi savunmaya devam edeceğiz.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi bizle ilgili iddianame yazamaz. Birleştirmeye muvafakat etmeyiniz. Bozma ve uyma sonrası serbestlik ilkesi gereğince Türk milleti adına karar verebilecek tek makam sizsiniz. Bunu ispatlayabilirsiniz. “

Tayfun Atalay beyanda bulunmak üzere kürsüye geldi. Dosyada hukuka dayanan bir iddianın bulunmadığını ileri sürdü:

“İddiaları reddediyoruz. Gezi direnişine katılanların tümü şu anda bizim nezdimizde yargılanmakta. Bu yargılanma kabul edilemez. Beraat kararında ısrarcı olmanızı bekliyoruz. (Çarşı Davası’yla) Birleşme yolunda muvafakat vermemeniz bekliyoruz.”

Söz alan son yargılanan hak sahibi Osman Kavala oldu. Tutukluluğuyla ilgili ayrıca beyanda bulunacağını ifade eden Kavala şöyle konuştu:

“Şu anda bozma ve birleştirme ihtimalleriyle ilgili bir şeyler söyleyeyim. Bozma kararında ne benim ne de diğer suçlamaların suçla ilişkilendirilebilecek öge bulunmadığı kanaatindeyim. Anladığım kadarıyla bozmanın arkasındaki asıl gerekçe farklı davaları birleştirmenin önünü açmak. Siyasi davalarda algı yaratmaya elverişli bir yöntem.

Hiçbir delile dayandırılmadan benim ve diğer sanıkların hükümeti devirmek için gizli bir yapılanma içinde olduğumuz iddia ediliyor. Eğer Çarşı ile birleştirilirse siyasi amaçlarla yapılan bu suçlama örneğinin çarpıcı öğesi ortaya çıkacaktır.

Beraat kararının bozulması davaları birleştirmek amacındadır. Davaların birleştirilmesi, sekiz yıl önce algı için hazırlanmış ama mahkemelerin verdiği beraat kararıyla inandırıcılığını kaybetmiş bir senaryoyu canlandırma teşebbüsü olacaktır.”

Savunma Avukatlarının Beyanları
Sözlerine, “Bize bu celse, usulde olmayan bir konu için söz hakkı verdiğiniz için teşekkür ediyorum” diyerek başlayan; Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman ve Can Atalay’ın avukatı Fikret İlkiz, “Biz 16. Ceza Dairesi hakkında ne söylersek söyleyelim… Size diyorlar ki bütün dosyaları birleştirin. 16. ve 3. Ceza Daireleri gökyüzünde ne kadar ceza davası varsa bu davayla birleştirmeyi düşünüyor” ifadelerini kullandı.

Duruşmaya 11:45’te ara verildi.

Aranın ardından avukatlar savunmalarını tamamladı. Osman Kavala, savcıdan görüş alındıktan sonra tutukluluğuna ilişkin beyanda bulunmak istediğini söyledi. Savcı, Kavala’nın tutukluluk halinin devamını talep etti. Söz verilen Osman Kavala şöyle konuştu:

Davaların birleştirilmesiyle, Gezi olaylarının hükümeti devirmeye yönelik bir komplo olduğu senaryosu temelinde 3,5 yıl önce başlayan yargı süreci yeni bir aşamaya girecek.”

“Daha önce hatırlattığım gibi Gezi İddianamesi senaryosunun telifi FETÖ üyeliğinden yargılanan Emniyet ve Yargı mensuplarına ait. İddianamenin ekinde bulunan 14 ve 15 Haziran 2013 tarihli yazılardan görüleceği gibi, Gezi olaylarının benim baş aktörlerinden olduğum bir komplo olduğu kurgusu Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı’nda üretilmiş. Adalet dışı gerekçelerle gerçekleştirilen ve adaleti yanıltmak amacıyla kullanılan hukuksuz dinlemeleri yapanlar da aynı ekip. Gezi protestolarının bir komplo olduğu kurgusu iktidarca benimsendiği ve siyaseten kullanıldığı için, bu anlatıya ters düşen beraat kararlarının bozulması benim için şaşırtıcı olmadı.

Gene bu anlatı gereği, bir komplo olarak Gezi protestolarını planladığım, yönettiğim ve finanse ettiğim algısının canlı tutulması için; aleyhime hiçbir delil olmamasına rağmen, Gezi davasından beraat etmiş olmama rağmen, AİHM’nin tutuklanmamın hak ihlali olduğuna hükmetmesi ve derhal serbest bırakılmamı talep etmesine rağmen, cezaevinde tutulmam gerekli görüldü. Suçlamalar değişiyor, bayrak yarışlarında bayrağın elden ele geçmesi gibi farklı yargıçlar ve mahkemeler yere düşürmeden tutukluluğumu birbirlerine geçiriyorlar.

AİHM kararının etrafından dolanmak için icat edilmiş olduğu aleni hale gelmiş olan casusluk suçlamasıyla ilgili hiçbir bulgu olmadığını iddianameyi hazırlayan savcı da biliyor, hatta itiraf ediyor. Bir taraftan bu durumu, casusluk faaliyetlerinin çok gizli yürütülmüş olmasıyla açıklıyor. Arthur Miller’ın McCarthy döneminde kaleme aldığı “Cadı Kazanı” adlı oyunda, savcının doğası gereği görülemeyecek bir faaliyet olduğundan cadılık suçlaması için delil ve tanık aranmasına gerek olmadığını söylemesi gibi.

Diğer taraftan da sivil toplum kuruluşlarının casusluk için kullanıldığına dair demokrasi karşıtı bir komplo teorisine başvurarak, sözlük anlamından farklı bir casusluk suçu kavramı geliştiriyor. İddianamedeki casusluk tanımı, yasalarımızdakinden oldukça farklı. Muğlaklığı ve keyfi uygulamalara müsait olması bakımından Almanya’da Nazi döneminde casusluk suçlamaları için kullanılan “Landesverrat”, yani devlete ihanet kavramını hatırlatıyor. O dönem Almanya’sında halkın vicdanına uygun biçimde hareket etmediği için cezalandırılması düşünülen kişinin eylemi yasalardaki suç tanımına girmiyor ise yargıcın görevi en kullanışlı yasayı seçerek o kişiyi cezalandırmaktı. Siyaset yargı sürecinin her aşamasında etkiliydi, halkın vicdanının ne olması gerektiğini belirlemekte, hatalı bulduğu mahkeme kararlarını düzeltmekteydi. Örneğin Nazi rejimini eleştiren rahip Martin Niemöller’in beraat kararı siyaset tarafından sakıncalı bulunduğundan, kendisi savaş bitene kadar toplama kampında tutulmuştu.

1947 yılında yürütülmüş olan Nazi dönemi yargıç ve savcılarının yargılandığı Adalet Davası’nda “suikastçının hançeri, yargı görevlisinin cübbesi altında gizlenmişti” (ABD v. Altstoettler (Case 3), “The Justice Case”) değerlendirilmesi yapılmıştı.

AİHM’nin tespit ettiği gibi yetkiyi kötüye kullanarak kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmak ve bu davranışı devam ettirebilmek için yasaların dışına çıkarak adaleti yanıltmak da yukarıdaki değerlendirmeyi düşündürmektedir. Mahkemenizin bu eyleme son vereceğini ümit ediyorum.”

Duruşmaya yaklaşık iki saatlik bir karar arası verildi.

Karar
Mahkeme heyeti ara kararında;

(1)Yurt dışında bulunan yargılanan hak sahiplerinin ifadelerinin istinabe ile alınması talebinin atılı suçlar için istinabe yasağı bulunması nedeniyle reddine; (2) Çarşı Davası ile mevcut davanın birleştirilmesi hususunun değerlendirilmesi için dosyanın incelenip iade edilmek üzere 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden istenmesine; gerek görüldüğü halde bu mahkemeden birleştirme hususunda izin muvafakat sorulmasına, (3) Yiğit Aksakoğlu’nun yurt dışı yasağının kaldırılması talebinin reddine karar verdi.

Osman Kavala’nın Tutukluluğu
Kavala hakkında oy çokluğuyla (2’ye 1) verilen tutukluluğun devamı kararı duruşma tutanağında şöyle geçti:

“Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), 10.12.2019 tarih ve 28749/18 başvuru numaralı kararı ile tutuklu sanığın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 5/1 maddesi kapsamında "Makul şüphe yokluğu" nedeniyle, aynı sözleşmenin 5/4 maddesi gereğince de "Tutukluluğun hukuka uygunluğunun Anayasa Mahkemesi'nce hızlı bir şekilde incelenmediği" gerekçesiyle oy birliğiyle ve İnsan Hakları savunucusu olan başvuranın susturulması gizli amacıyla tutuklandığı gerekçesiyle de 18. maddesinin ihlâl edildiğinden oy çokluğuyla karar verildiği,

Anayasamızın 90. maddesinde "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletler arası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004- 5170 S.K./7. maddesi) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır" hükmünün yer aldığı, yine Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46. maddesinde ise "1) yüksek sözleşmece taraflar, taraf oldukları davalarda mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler, 2) mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir" hükmünün yer aldığı, yapılan incelemede; AİHM'nin anılan kararının konusunun İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin sanık hakkında 1 Kasım 2017 tarihli ve Türk Ceza Kanunu’nun 309 ve 312. Maddeleri kapsamında vermiş olduğu tutuklama kararı olduğu anlaşılmıştır. Sanığın da söz konusu tutuklama kararı kapsamında yer alan suçlamalardan TCK 312 kapsamında 18 Şubat 2020, TCK 309 kapsamında ise 20 Mart 2020 tarihlerinde tahliye edildiği anlaşılmıştır.

Sanığın mevcut tutukluluğunun ise İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği’nin 9 Mart 2020 tarihli ve TCK 328. Maddesi kapsamında "askeri ve siyasi casusluk" suçlamasına dayandığı görülmektedir. Şu halde sanığın mevcut tutukluluğu hakkında verilmiş bir AİHM kararı bulunmadığı, AİHM'nin 10 Aralık 2019 tarihli kararı kapsamında ise sanığın zaten tahliye edilmiş olduğu anlaşıldığından ve sanığın mevcut tutukluluğu açısından yerine getirilecek bir AİHM kararı bulunmaması karşısında; tutukluluk durumu ile ilgili olarak mahkemece yapılan son tarihli değerlendirmeden bu yana hukuki durumda değişiklik olmaması da gözetilerek sanık Mehmet Osman KAVALA'ya isnat edilen suçun vasıf ve niteliği, yargılamanın geldiği aşama, müsnet suça ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin bulunması, atılı suçun yasada öngörülen cezanın üst sınırı, adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla sanık ve müdafilerinin tahliye taleplerinin yukarıda açıklanan nedenlerle REDDİ ile sanığın TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA, (Oy çokluğuyla)”

Kavala hakkında verilen tutukluluğun devamı kararına karşı oy kullanan mahkeme heyeti başkanı aşağıdaki ifadeleri karara şerh düştü:

“KARŞI OY:

Sanık Mehmet Osman KAVALA'nın üzerine atılı TCK'nın 328/1. maddesinde düzenlenen "Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme" suçu bakımından suç vasfının değişme ihtimali, sanığın savunmasının tespit edilmiş olması, delillerin büyük ölçüde toplanmış olması ve bu aşamada tutuklu kaldığı süre de gözetilerek, sanık hakkında adli kontrol tedbiriyle de yeterli ve etkin denetim sağlanabileceği ve bu tedbirlerin ölçülü olacağı kanaatiyle sanığın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 109/3-a maddesi uyarınca "Yurt dışına çıkamamak", 109/3-b maddesi uyarınca "her hafta pazartesi ve perşembe günleri ikametgahına en yakın polis merkezine müracaat etmek", ayrıca 109/3-k maddesi uyarınca "İstanbul ili mülki sınırlarını terk etmemek" şeklinde adli kontrol tedbirleriyle tahliyesine karar verilmesi görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun tutukluluğun devamı yönündeki görüşüne iştirak etmiyorum.”

Davanın bir sonraki duruşması 6 Ağustos 2021 saat 10.00’da Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda görülecek.