3. Duruşma

Gezi Parkı Hak Savunucuları ve Çarşı taraftar grubu mensuplarının “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme”, “Mala zarar verme”, “Mala zarar verme suçunun nitelikli hali”, “Tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi”, “İbadethanelere ve mezarlıklara zarar verme”, “Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet”, “Nitelikli yağma”, ”Nitelikli yaralama”, “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet” suçlamalarıyla, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davanın 3. Duruşması 17 Ocak 2022’de görüldü.

İzleyiciler
Duruşmayı Anadolu Ajansı, Demirören Haber Ajansı, Reuters, AFP, Diken, Expression Interrupted, Press In Arrest, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği ve Hafıza Merkezi izledi. Ayrıca Fransa, ABD, İtalya, Belçika konsoloslarıyla Norveç, Hollanda, İsveç ve Avrupa Birliği temsilcileri de duruşmayı takip etti.

Yargılama

Duruşmada sanıklar 26 avukat tarafından temsil edildi.

Avukat Can Atalay’ın Beyanları
Can Atalay, Gezi direnişinin mahiyeti ve mevcut yargılamada neden ısrar edildiği konusunda konuşacağını söyledi. İddianamenin bir çete faaliyetinin ürünü olduğunu ve yamalı bir yalan bohçasına benzediğini söyledi:

“İddianameniz, Gezi direnişimizi karalamaya çalışan iktidarın siyasi metnidir. Savcılık makamının temsil ettiği güçler bize ‘teslim olun, kendi mücadelenizden arının’ diyor. Tüm soruşturma 15 sayfalık imzasız bir rapora dayanıyor. Biz hiç kimsenin tebaası değiliz ve olmayacağız. Biz yurttaşlarız, bizim haklarımız var. Bu haklara tecavüz edildiği zaman anayasal haklarımızı kullanarak itiraz edeceğiz, ediyoruz. İddianamenin sahibi siyasi iktidardır. Dış güçlere parmak sallanacaksa, iktisadi ve sosyal alanda uluslararası tekellerden kopulacak, burada insan haklarına uyulacak. “

Yargılanan Şehir Plancısı Tayfun Kahraman’ın Beyanları

Tayfun Kahraman, “Her şey bir hukuk mücadelesiyle başladı. Peyzaj Mimarları Odası ve Mimarlar Odası’yla bu süreç başlatıldı. İBB yetkilileriyle imar planlarını konuşurken, toplantılarda şunun altını çizdik: ‘Burası İstanbul’un meydan hüviyetine sahip tek alanı, bu alanı otobana çevirmeyin’ dedik.

Bizler kentine sahip çıkan, mesleğine ve İstanbul’a sahip çıkan insanlar olarak haklı mücadelenin toplumsallaşması için kurduğumuz çatı örgütlerin birini Taksim için de gerçekleştirdik. Taksim Dayanışması 2012’nin Mart’ında bileşenleriyle birlikte kurulmuştur.

Burada meslek insanları olarak her biri birer anayasal kurum olan kurumların birlikteliğiyle bir süreç yürütüldü. (…) Bizler, kentine sahip çıkanlar, üçüncü köprüye karşı da benzer mücadeleler yürüttük, Kanal İstanbul’a karşı da yürütüyoruz. Bizlerin meslek insanı olarak birinci görevi bu. Bunda ısrarcı olmaya devam edeceğiz.

Burada ne oldu? O gün ağaçlara müdahaleyle birlikte o alandaki ağaçların kaldırılmasıyla birlikte bizlerin bu alana müdahalesi ve sonrasında gördüğümüz polis şiddetidir olayları bu hale getiren. 15 Temmuz darbesi sırasında da valilik önündeki bir askeri aracın içinden bir polis memuru çıktı. Bu polis memurlarının organizasyonudur bu şiddet. Toplumun vicdanı, bu ülkenin gençleri, yurttaşlarının bu ülkenin ağacına, kuşuna sahip çıkmasıydı olan.

O gün gördüğümüz şiddet karşısında toplumun vicdanıyla birlikte sokağa akmasıdır. Bu yargılamayı başlatanların bilmesi gerekiyor ki hiçbir para veya güç böyle bir organizasyonu gerçekleştirmeye yetkin değildir. Her din, her dil, her ırk her cinsiyetten insanın itirazıyla birlikte geldiği bir alandan bahsediyoruz. Burada insanları yan yana getiren ve burada özellikle protestoların merkezine yerleşen sadece anayasal hak talepleridir. Özellikle parkına sahip çıkanların gördüğü polis şiddeti ve sokağa çıkan insanların haklı talepleridir.

Gezi’nin aydınlık, ilerici ve umut saçan yüzünün karartılmaya çalışması karşısında bizler sözümüzü anlatmaya devam edeceğiz.

Taksim Dayanışması demokratik hak taleplerini ifade ederken o bölgenin tek yeşil alanının yok edilmesine karşı çıkmıştır. Bu bölgede, orada yaşayan insanların kullanabileceği başka da bir yeşil alan yoktur. Bizim bu alana sahip çıkmamızın nedenini bir kez daha vurgulamak isteriz. Buradan hükümeti devirmek gibi bir suç unsuru çıkarmak mümkün değildir. Taksim Dayanışması, bileşenleri bireysel katılımların olmadığı, kurumsal temsiliyetlerin olduğu yapılanmanın, tek talebi demokratik hak talebidir.”

Mimar Mücella Yapıcı’nın Beyanları

Mücella Yapıcı, “2015’ten beri bir takım saçma sapan mahkemelerde yargılanıyoruz. Şöyle bir kanıya vardım. Burada bizler ve sizler sanki sahneye konulmuş sonu belli bir oyunun figüranları gibiyiz. Bu benim meslek insanı olarak da umudumu kırıyor. 70 yaşına geldim. Ben işimi yapıyorum. Bunu sizler de biliyorsunuz.

Olayların nerden çıktığını biliyor musunuz? Biz meslek insanları olarak, Anayasa’nın bize ve halkımıza verdiği bir görev vardır: Siz meslek alanınızda ya da kent içinde yanlış bir uygulama varsa bu konuda idareleri uyarmakla yükümlüsünüz. Biz buna uygun davrandık.

Biz gerçekten mesleğimizin evrensel ilkelerine, kentin yararına, kamunun yararına bu mesleği uygulamaya çalışıyoruz. Bu diplomaları alırken böyle bir yemin ettik. Bizim mesleğimiz bir yana, sizin mesleğiniz her şeyin üzerinde bir meslek. Sizin mesleğinizin evrensel etiğine ve kurallarına göre hareket edilmediği zaman hiçbirimizin yaşamı güvencede olmaz. Şimdi ben hayret ediyorum. Bu kadar yolsuzluğun, haksızlığın cinayetin şunun bunun olduğu yerde siz beni ve arkadaşlarımı mesleğimin evrensel ilkelerini uygulamış olmamdan dolayı nasıl idamla defalarca yargılıyorsunuz?

Sizlere gerçekten kolaylık diliyorum. Hiç kolay değil. Kolay gelsin.”

Mücella Yapıcı, Gezi Parkı’nın üzerine yapılmak istenen projede yanlışlıkla yaya yolu bırakılmadığını ifade etti, “Bir bakıyorlar yolu açıyorlar, yaya yolu yok. Diyor ki belediye, ‘bir gece yarısı biz buraya geliriz, Taksim Parkı’nı buradan keseriz, bu yaya yolunu açarız’. İşte o zaman halk başlattı. Parktakiler aradılar dediler ki, ‘burada usulsüz bir şey yapılıyor’. Kurullar ve kurul başkanlarıyla gittik. Bu yaptığınızın bir izni var mı? Yok.”

“30 insan geldi, o ağaçların orada durdular. Arkasından gaz ekibi geldi. Ben ölüyordum. Benim her tarafım, ağaca sarıldım diye sarıldı. İnanılmaz bir şiddet, inanılmaz bir gaz. Ben hala ondan dolayı KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) hastasıyım. Çadırların içinde çocuklar varken çadırlar yakılmaya çalıştı.

O gece Volkan arkadaşımız gözünü kaybetti. Çocuğun hayatı kayboldu. 45 kişi gözünü yitirdi, sekiz çocuk öldü. Ne için?

Siz o Beyoğlu caddelerini gördünüz mü? Gaz fişeklerinden yürüyecek yer yoktu. Kediler, köpekler, kuşlar öldü. Ayağa kalkan halkın vicdanıydı. Gezinin kriminalize edilmesinin sebebi bu.

Sizlere üzülüyorum. Çünkü beraat veren yok oluyor. Onun için size kolay gelsin.

Ben burada kaç senedir, yüksek mühendis olarak ceza hukukunu kavramaya başladım. Ben size dönüp benim meselemin hukuki kısmını da hatırlatayım. Gidiyorum, geliyorum, sanıyorum ömrüm de vefa etmeyecek. Müebbet de verseniz benim için artık fark etmiyor. Zaten 5-6 yıl içinde tahliye olurum.”

Yapıcı, 2015’teki ilk beraat kararını, 2020’deki ikinci beraat kararını ve son beraat kararını okudu.

Avukat Evren İşler, Mücella Yapıcı’nın 2014’te açılan davadan beraat ettiğini, Tayfun Kahraman’ın da 2014’te açılan soruşturmadan takipsizlik aldığını hatırlattı. 2013 Temmuz’dan itibaren hakimler tarafından verilen dinleme kararlarına dikkat çekti, “O hakimler hakkında düzenlenen iddianamede, mağdurlar hakkında delil üretme iddiası var” dedi.

“İddianame ne diyor, ‘bu delilleri yeniden kıymetlendirelim’. Birleştirme kararlarından sonra dinlemeler ve ses kayıtları celbi açısından da sizin kovuşturma işleminizi ilgilendiren bir durum. Dinleme kararları olmadığı gibi ses kayıtları da dosyanızda yok. Kamusal iddia makamının da mahkemeler değişmesine rağmen aynı savcılar tarafından takip ediliyor olması İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu dosyaya özel bir önem verdiğini gösteriyor. Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay tarafından verilen birleştirme işlemlerinde de hukuka aykırı talep vermiştir.”

Akademisyen Ali Hakan Altunay’ın Beyanları

Sanık koltuğundaki Ali Hakan Altunay, olaylarla tek ilişkisinin gözlem yapmak ve izlenim edinmek için orada bulunmaktan ibaret olduğunu, Gezi olaylarına katıldığına dair bir delil olmadığını savundu:

“Olayların kamuoyu gündeminde yer aldığı 31 Mayıs 2013’te ben, Ak Parti’nin 10. yıl konferansında, Şehir Üniversitesi’nde Yalçın Akdoğan’ı dinliyordum.”

Bir dönem Açık Toplum Vakfı Başkanlığını yaptığını ifade eden Altunay, vakıfların asliye hukuk mahkemesi kararıyla kurulduğunu söyledi. Eskiden yurt dışı hibeleri bakanlık onayına tabiyken ilgili mevzuatın AKP zamanında değiştirildiğini belirterek, “TBMM yarın yurt dışından hibe almayı yasaklayabilir ama eğer düne kadar bunu kimse yapmadıysa bunu yapmak suç teşkil eden bir eylem olarak görülemez.” dedi.

Altunay, iddianamede Açık Toplum Vakfı’nın (ATV) hangi desteğinin Gezi olaylarında kullanıldığına dair tek bir bilgi olmadığını söyledi:

“Gezi’den 6 ve 18 ay sonra iki ayrı bakan vakıf yetkililerini makamlarında ağırlayıp bunu neden resmi hesaplarında yayımlamışlardır? Ben Açık Toplum Vakfı’nın avukatı, taraftarı değilim. Vakfın kendi meramını anlatma becerisi vardır. Ben itirazımı ATV’nin bir üyesi olarak değil Türk milletinin bir mensubu olarak yapıyorum. Bir vakfın yönetim kurulu başkanı olmak suç değil Anayasa ile korunan bir haktır.

(…) Altında benim imzam olan hiçbir vakıf kararı Gezi’yle ilgili değildir. İmza yetkilerim 2009’da sonlandı, 2022’de niçin suçlanıyorum? Neden yargılanıyorum? İstinaf kararında, Twitter’dan çağrı yaptığım söylenmiş, hayatımda attığım tek bir tweet yoktur.”

Kocaeli’den SEGBİS’le Bağlanan Çarşı Grubu Üyesinin Beyanları

“Bozma yanlış bir karar. Osman Kavala ismini ilk kez mahkemede duydum.  Suçlama varsa kabul etmiyorum.”

Yönetmen Mine Özerden

“Hangi hukuki ve somut delillerle suçlandığımı bilmeksizin maruz kaldığımız bu süreç irrasyonel, absürt, distopiktir. 2011 yılının Kasım ayında Gezi’nin park olarak kalabilmesi talebinin parçası oldum. Yönetim mekanizmalarının giderek dozu artan dayatmacı uygulamaları ve artan baskılarla durum kitleselleşen bir hal aldı. İfade alanları giderek daralıyor, temsili demokrasiden dahi uzaklaşılıyor. Hukuk katlediliyor ve baskılar artıyordu.

2013 Haziran’ının ilk günleriyle Temmuz’un son günleri arasında İstanbul’da değildim. Fethiye’de bir dil okulundaydım. İsnat edilen suçların hiçbiri bulunamadığı halde Osman Kavala 1539 gündür tutuklu yargılanıyor. Bu bir yoklar davası delil yok, suç yok, hukuki dayanaklar yok. “

Av. Tuğçe Duygu Köksal, mahkemeden Taksim Platformu isimli internet sitesinin çıktılarının ve platforma ilişkin yapılmış olan toplantı notlarının istenmesi istedi.

Av. İlkan Koyuncu, dosyadaki tek tutuklu sanık Osman Kavala’nın Gezi dosyasından değil casusluktan dolayı tutuklu olduğunu ve mahkemenin bu suçlamayla ilgili hiçbir şey yapmadığını hatırlattı:

“Yapmanız da mümkün değil. Mücella Yapıcı söyledi, ‘Figüran gibiyiz’ dedi. Gibisi fazla. Bu insanlar Kavala’nın tutukluluğunu uzatmak için yargılanıyorlar. Önceki iki celse tahliye talebinde bulunmadım. Bugün üzerinizdeki baskının az olduğunu düşünüyorum.

4,5 yıldır cezaevine gidiyorum. Benim tanıdığım Kavala, hukuka en inanan insan. Bugün Kavala duruşmalara çıkmıyor. Onu bile küstürdünüz. (…) Osman Kavala’nın casus olmadığının en büyük kanıtı 4,5 yıl içeride yatırılabilmesidir.”

Karar

Mahkeme heyeti Osman Kavala’nın tutukluluğunun devamına oy çokluğuyla karar verdi. Bir sonraki duruşma 21 Şubat 2022’de görülecek.