İnsanlığın sınırı: Polis eskortlu mülteci otobüsleri, Yunanistan otoritelerince darp edildikten sonra geri itilen insanlar

Türkiye-Yunanistan sınırından izlenimler; neler oluyor?

Türkiye-Yunanistan sınırı / Edirne

Lila rengi bir bisikleti var. Edirne’den sınır kapısının bulunduğu Pazarkule’ye bisikletiyle gelmiş. ‘Yunanistan kapıları açtığında’ sınırı bisikletiyle geçmek istediğini söylüyor:

“Halep’te de kullanıyordum. Arkadaşlarım ‘Bisiklet aldığına göre, sen zenginsin’ diyor. Zengin değilim, iyi bir fikir olduğunu düşündüm.” 

Masmavi gözleri var. Suriye’de hukuk okurken protestolara katıldığı için okuldan atıldığını, savaşmak istemediği için Türkiye’ye geldiğini anlatıyor. İstanbul’a geldikten sonra profesyonel bir barmene dönüşmüş. Suriyelilerin kayıtlı oldukları illere geri gönderilmesi kararının sonucu Şanlıurfa’ya dönmek zorunda kalmış. Oradaki işini bırakıp Yunanistan’ın günlerdir sert bir şekilde müdahalesine sahne olan sınır kapısına gelmeden önce günlüğü 50 liraya bir tatlıcıda çalışıyormuş: 

“Zaten 700 lira kira istiyorlar; ilk geldiğimde 200 lira ödüyordum.”  

Çarşamba günü, daha hava aydınlanmamışken Edirne’ye doğru yola çıktığımızda, Türkiye otoritelerinin sınır kapılarını açtığını duyurmasının üzerinden 4 gün geçmişti. Edirne merkezinde verdiğimiz kısa bir molanın ardından ilk olarak Pazarkule sınır kapısına ulaştık. Türkiye tarafındaki gümrük kapısına yaklaşık 400 metre kala bir barikat oluşturularak gazeteciler ve sivil toplum çalışanları bu hattın dışına itilmişti. İlerleyen günlerde bu hattın genişletilerek gazetecilerin sınır kapısının yakınına bile gitmeye izin verilmediğini öğrenecektik. 

“Şimdi değil!”

Barikatı aşarak tampon bölgeye girmek isteyen mültecileri jandarma engelliyor. Zira içeride TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun göndermiş olduğu bir heyet var ve şimdi buradan geçmenin sırası değil.

İnsanlarla konuşmaya başlıyoruz. Küçük çocuklar da dahil olmak üzere kalabalık ailelerin büyük kısmı Türkiye’ye komşu ülkelerden geliyor. Yalnız veya iki-üç kişilik gruplar halinde hareket edenlerin büyük bölümü ise Afganistan, Fas, Pakistan ile Afrika ülkelerinden gelenler. Sınırda bekleyen insanların çoğunluğu hali hazırda Türkiye’de olanlar. Sınır kapılarının açıldığı haberinden sonra Türkiye’ye geldiğini söyleyen birisi ile karşılaşmadık. 

Her 15 dakikada bir Yunanistan tarafından biber gazı atılıyor

Bariyerlerin etrafından dolaştığımızda Yunanistan’ın Kastanies Sınır Kapısı’ndan tampon bölgeye doğru ortalama 15 dakikada bir biber gazı atıldığını görüyoruz. Zaman zaman silah sesine benzer sesler geliyor ancak bu seslerin ne olduğunu, gerçek kurşun kullanılıp kullanılmadığını öğrenemiyoruz. Aynı saatlerde Edirne Valiliği sınır kapısında 1 kişinin gerçek mermi yaralanması nedeniyle hayatını kaybettiğini, 5 kişinin yaralandığını açıklıyor. Bacağında sargıları olan bir kişiyi görüyorum. Biber gazı kapsülü nedeniyle yaralandığını söylüyor. Yine de beklemeye devam edeceğini belirtiyor. Bir kişi daha var bekleyen, kolundan yaralı, o da biber gazı kapsülü nedeniyle yaralanmış. Tampon bölgeye girenler, çok sayıda kişinin bu yolla yaralandığını söylüyor. Öğle saatlerinde tampon bölgeden çıkan Türkiye tarafına gelen üç ambulans da anlatılanları doğruluyor.

Naylondan farkı olmayan çadırlar 100 lira

Sınıra paralel şekilde ilerliyorum. Tarlalar var; yağmur yağdığında insanların nasıl bir çamurun üstünde konaklamak zorunda kaldığını hayal etmek güç değil. Sarı, aslında naylon poşetten çok da bir farkı olmayan çadırlar satılıyor. 100 liradan açılıyor pazarlık, aslında kimin ne kadar parası varsa o kadara satılıyor. Bazı kişiler şehirden patates, meyve getirmiş yine aynı uygulama… Tampon bölgede bekleyen insanlar yiyecek almak için zaman zaman dışarı çıkıyor, zira yardım kuruluşlarının dağıttığı yemekler için saatlerce sıra beklemek zorunda kalıyorlar. 

Azerbaycan vatandaşı iki kişi ile karşılaşıyoruz. Yemek almaya dışarı çıkmışlar. 8 kişiler, aralarında hamile bir kadın var. Gitmek istedikleri yeri soruyorum; belirli bir hedefleri yok. “Ben kuaförüm zaten” diyor. Elinde zanaatı var ve nereye giderse gitsin çalışabileceğini düşünüyor. 

Konuştuğum pek çok kişi için aynı şey geçerli, sadece Avrupa’ya gitmek yeterli. Eritreli iki kişi ile karşılaşıyorum; iki yıl önce Eritre’den Türkiye’ye gelmişler. Bir yerde çalışamamışlar. Aralarından birinin ailesi Eritre’den para yollamış geçinmesi için. Eğitim almak için Avrupa’ya gitmek istediğini söylüyor. 

Satıcılar ile konuşuyorum. Tampon bölgede insani koşulların olmadığından bahsediyor. Çocuklara mama, bez bulmak imkansız gibi. Isınma olanağı yok, battaniye bulunmuyor. Tuvalet ve temizlik olanağı ise yok gibi… Çadır satan bir kişi “Satmak için getirdim ama hepsini dağıttım” diyor. Türkiye askeri, daha önce tampon bölgede görev yapan gazetecilerle birlikte orada satış yapan kişileri de tampon bölgeden çıkarmış. Yeniden içeri giremiyorlar. 

Gelen bir taksinin içinden 8 kişilik Suriyeli bir aile iniyor. Aralarında küçük çocuklar da var. 19 yaşındaki bir aile üyesi ile konuşuyoruz. Ailede çalışan tek kişinin kendisi olduğunu söylüyor. 

Taksilerin istediği ücretler 800 liraya kadar çıkıyor

Kısa süre içinde anlıyorsunuz, bir yere taksinin girip çıkması, orada bir mülteci grubunun bulunduğu anlamına geliyor. Edirne otogarı ile Pazarkule Sınır Kapısı arasındaki mesafe 15 kilometre. Ortalama 20-25 dakika süren bu yol için insanlardan fahiş fiyatlar isteniyor. İstenen bedellerin 800 liraya kadar çıktığı belirtiliyor. 

Sınırda dolaşan otobüsler, geçiş noktaları arasında gezdirilen mülteciler

Akşam saatlerine doğru, Meriç Nehri üzerindeki Türkiye-Yunanistan sınırının en yakın olduğu noktalardan biri olan Doyran Köyü’ne geliyoruz. Özel bir tur firmasına ait bir otobüs var. İçinde çok sayıda sığınmacı var. Alandan ayrılmak üzereler, eşyaları otobüsün bagajına sığmıyor, bir süre eşyaları sığdırmaya çalışmakla uğraşıyorlar. Otobüs şoförü, sonraki durağın Pazarkule olduğunu söylüyor. Programı, orada bulunma ya da Pazarkule’ye gitme nedenlerini bilmediğini sadece şoförlük yaptığını ifade ediyor. Otobüste bulunan kişiler, otobüsün kamu otoritelerince ayarlandığını söylüyor. 

Otobüs hava kararmadan hemen önce alandan ayrılıyor, biz kalıyoruz. Yunanistan tarafında bir gözlem kulesi var. İçinde bir asker nöbet tutuyor. Mültecilerin geride bıraktıkları battaniye ve yastıkları görüyoruz. Bölgenin yerlisi olduğu anlaşılan biri, Yunanistan’a geçmek isteyen bir mülteci ile konuşuyor:

“Buradan geçme; şimdi görüşmeler sürüyor. Bir anlaşma yapılacak, siz sınırdan geçeceksiniz. Sizi Pazarkule’ye götüreyim. Hadi çocuklardan almam. Büyüklerden alsam, 10 kişi 300 liraya götürürüm.”

Yunanistan tarafına geçen kişiler darp ediliyor, Türkiye’ye geri itiliyor

Ardından hedefimiz sınır bölgesindeki bir hastane. Karşı kıyıya geçtikten sonra Yunanistan otoritelerince yakalanıp, darp edilip, kıyafet ve özel eşyalarına el koyduktan sonra Türkiye’ye geri itildiği söyleyen kişiler ile konuşuyorum. Bazılarında ciddi yaralanmalar mevcut. Faslı bir kişi, Yunanistan askerinin insanları minibüse bindirmek için cop kullandığını bu nedenle kafasının yarıldığını söylüyor. Yunanistan’a girdikten sonra 4 gün 4 gece yürüdüğünden bahsediyor. Bir yol kenarında kendisini gören sivil giyimli bir kişinin önce telefon ettiğini ardından kendisini bir minibüse bindirerek darp ettikleri bütün kıyafetlerini aldıktan sonra yeniden Türkiye’ye gönderildiğini anlatıyor. 

“Toplanan kıyafetler dağ gibiydi”

Bir başka kişi ile görüşüyorum; Ürdünlü. Bacaklarında cop izleri rahatlıkla görülebiliyor. Yürürken aksıyor. Yunanistan’a geçtikten sonra ikinci kez geri itilmiş. Yunanistan askerince darp edildiklerini, iç çamaşırı haricindeki tüm kıyafet ve eşyaları alınarak Türkiye’ye geri gönderildiği ifade ediyor. Yunanistan otoritelerince, Türkiye’ye geri itilen insanlardan toplanan kıyafetlerin bir yerde biriktirildiğini “Kıyafetler dağ gibiydi” diye anlatıyor.  

Geçişlerde sağlanan kolaylık

33 yaşında. Ülkesine dönmek istediğini söylüyordu. Dönmek isteyen insanların durumunu sorduğum jandarmalardan ortaklaşan bir cevap alamadım. Bir jandarma “Hiçbir şey belli değil” derken bir diğeri savcılığa çıkartılacaklarını ardından İstanbul’a sevk edileceklerini sonra da serbest kalacaklarını söyledi. 

Pakistan, Afganistan ve Türkiye’den başka kişiler de var. Tamamı Yunanistan tarafından aynı botla geri gönderilmiş. İnsanlarla konuşurken bölgede yaşayanlar eski eşyalarını hastaneye getiriyor. Ayakkabılar o saate kadar yalın ayak olan insanlara dağıtılıyor. 

Saat gece yarısını geçiyor, Edirne il merkezine geri dönerken mültecileri taşıyan üç otobüs geçiyor, polis eskortu eşliğinde sınır bölgelerine ilerliyorlar. Türkiye otoritelerinin, sınırı geçmesi için insanları yalnızca teşvik etmediğini, bu geçişlere kolaylık sağladıklarını görüyoruz.

Sınır kapılarının açık olduğu İpsala’da hayat olağan akışında

Ertesi sabah, Süleyman Soylu’nun “Pazarkule'de bir engel var. Ama 200 kilometrelik hattan ben sabah geçenleri de çok rahat bir şekilde helikopterden gördüm ve tespit ettim. İlla Pazarkule'den girilecek diye bir şey söz konusu değildir” açıklamasını yaptığı sırada biz İpsala Sınır Kapısı’ndayız. İlk göze çarpan hayatın olağan akışında seyrettiği. Gümrük kapıları açık ve çok sayıda TIR, Yunanistan’a geçmek için sıra bekliyor. Çevrede tek bir mülteci dahi göremiyoruz. 

Meriç Nehri’ne paralel bir yoldan yeniden kuzeye doğru yola çıkıyoruz. Nehre çok yakın bir noktada mültecileri taşıyan başka bir otobüsün durduğunu görüyoruz. Aralarında çocukların da olduğu çok sayıda kişi burada indiriliyor. Etrafta askerler var. 

Ankara’dan hiçbir ücret ödemeden gelen mülteciler

Ankara’dan geldiklerini buraya gelmek için hiçbir ücret ödemediklerini aktarıyorlar. Otobüsün içinde tartışma yaşanıyor. Yanında eşi ve çocuğu bulunan bir kişi, kendilerine Pazarkule’ye gideceklerinin söylendiğini, nehirden karşıya geçmek istemediğini söylüyor. Şoför, insanları geri götürmek için 600 lira istiyor. Bazı kişiler kabul ediyor, şoförle tartışan kişi para ödemeyeceğini söylüyor otobüsün içinde kalıyor. Şoför durumu anlattığı bir telefon konuşması yapıyor. Tartışma sürerken kapılar kapanıyor, otobüs yarı dolu sınır köyünden ayrılıyor. Az önce otobüsten inen bazı insanlar sınırın tam ters yönüne yürümeye başlıyor. Nereye gittiklerini soruyorum, “İstanbul” diyor. 

Otobüsten indirildikleri alanda bekleyen insanlarla konuşuyoruz. Bölgede yaşayan bir kişi ‘Yunanistan tarafından atıldığını’ söylediği bir mermi gösteriyor. Karşıya geçmeye çalışan insanlara ateş açıldığını öne sürüyor. 

Bir kişi var, Yunanistan’a geçtikten sonra geri gönderildiğini anlatıyor. Yeniden geçmeyi deneyecek. O sırada bölgede yaşayan bir başka kişi geliyor. Beden diliyle Yunanistan tarafından adım başı asker olduğunu ve geçmemeleri gerektiğini söylüyor; “Böyle olmasa ben de geçiririm ama geri gönderiyorlar.” Bir taksi yanaşıyor aynı bölgeye, birkaç kişi iniyor araçtan. Bir kısmı nehre doğru, kalanlar tam tersi istikamete yöneliyor. 

Geride bırakılan kitaplar…

Toprak yoldan ilerlemeye devam ediyoruz; ara ara karşıya geçen insanlardan kaldığını tahmin ettiğimiz eşyalar görüyoruz. Sınıra çok yakın bir nokta, bir dizi çocuk eşyası geride bırakılmış. Kot, külot, t-shirt gibi eşyaların yanı sıra 1. Sınıflar için Türkçe ve Hayat Bilgisi kitapları da var. Bir süre de olsa yaşanılan ülkeye bir tür veda…

Karşı kıyıda iki tane bot var, o botların taşıdığı insanları merak ediyoruz; etraf sessiz ara ara gördüğümüz Yunanistan askerleri dışında kimse yok.

Hava kararmak üzere, şehir merkezine dönüyoruz. Tren istasyonuna yakın bir noktada uygun fiyat politikası ile tanınan marketlerden birine giriyorum. Alışveriş yapanların büyük bir bölümü Yunanistan’a geçmek isteyen kişiler. Çoğunlukla paketli, abur cubur türü yiyecekler alıyorlar. Bir kişi enerji içeceği almış. Ekmek, meyve, süt gibi ürünleri alan pek yok. Çikolata ve bisküvi en çok alınan ürünlerden. Bir kişi kasiyere “Bu gece gidiyoruz” diyor. Günlerdir sınırda bekleyen bu insanların bir kısmı hasta.  

Geri dönüşe parası olmadığı için otogarda bekleyen bir aile

Tunca Köprüsü’nün hemen altında küçük bir kamp alanı kurulmuş. Aşağı yukarı 300 kişi konaklıyor. Bazı noktalarda ateş yakılmış. Otogara geçiyoruz. Artık tam anlamıyla gece. Burada konaklayan insanlar 5-6 kişilik gruplar halinde oturuyor. Bir kadın ve yanında duran 10-12 yaşlarında bir çocuğun yanına yanaşıyorum. Kadının kırık bir Türkçesi var. Sınırın açıldığını duyduklarında tüm varlıklarını satarak Samsun’dan Edirne’ye geldikleri söylüyor. Yunanistan’ın kapıları açmadığını gördüklerinde geri dönmeye karar vermişler. Kalan tüm paralarını Pazarkule’den otogara gelmek için bindikleri taksiye verdiklerini, o nedenle otogardan başka gidecek yerleri olmadığını anlatıyor. Iraklı bir aile, 7 kişiler. Ne yapacaklarını bilmiyorlar, umutları yok. Bekliyorlar…

Edirne’de herkes bekliyor. Tampon bölgedeki yemek kuyruğunu, Yunanistan’ın sınır kapılarını açmasını, kendilerini karşıya geçirecek botu, İstanbul’a dönmeyi… Liste uzun, şartlar ağır…

Bütün gözlemlerimiz tek bir şeyi gösteriyor: İnsan hayatlarının, hayallerinin bir pazarlık malzemesi olarak acımasızca kullanılmasına son verilmeli. Nihayetinde, duvarlar insanların hareket etmesini engellemez; sadece daha fazla hak ihlaline neden olur. 

Yunanistan’ın kötü muamele ve geri itme gibi uluslararası hukuka aykırı pratiklerine son vermesi çağrısı yükseltilmeli, sınırda bekleyen insanlara derhal, tam anlamıyla barınma, yiyecek, tuvalet olanakları sağlanmalı. Zira hepimizin kabul etmesi gereken gerçek şu: Mülteci Hakları Sınır Tanımaz!

TIKLAYIN - Yunanistan sınırındaki durum

---
Damla Uğantaş
Kampanya Sorumlusu
Uluslararası Af Örgütü Türkiye